Ateş Gecesi

‘’Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir’’ diyor ya Tolstoy İnsan Ne İle Yaşar’da, işte tam da öyle bir hikayeyi konu almıştı Reşat Nuri Güntekin okuduğum en son kitabı olan Ateş Gecesi’nde. Kitap şöyleydi:

Kitabın birinci bölümünde, 1900’lerin başında İstanbul’da normal bir öğrencilik hayatı olan Murat Kemal, gelen sürgün kararıyla Milas’a gitmek zorunda kalır. Milas’ta göreve başlayan Murat, ilk olarak Kaymakam ve Doktor Selim Bey ile tanışır. Onların vasıtasıyla bulduğu bir pansiyonda, Varvar Dudu adlı bir kadının evinde yaşamaya başlar.

Taşındığı ilk zamanlarda mahallelinin davetlerine katılmaktadır. İşte tam da bu sıralarda bir gün yolu dini bir kutlama olan Ateş Gecesi’ne düşer. Kilise Mahallesi’ne taşındığından beri tüm kızları peşinde dört döndüren Kemal, işte tam da bu gece bir kadına vurulur. Bir süre sonra ilk Milas’a geldiği gün tanıştığı Doktor Selim Bey’in iki kız kardeşinden küçük olanı olduğunu öğrendiği bu kadın, Afife, ondan büyük, görüşmediği bir kocası olan, bir çocuk annesi genç bir kadındır. Doktor Selim Bey’e olan ziyaretlerinde iyice yakından tanıdığı Afife, daima ona mesafeli durmakta, bir ablaymışçasına davranmaktadır.

Bir gün kitap okuyarak kırlarda dolaşırken Kemal’im ayağını kırması üstüne Selim Bey onu ısrar edip evine alır ve bunun üstüne ona hasta bakıcılık yapma görevi Afife’ye kalır. Yer yer Afife’yle konuştuğu, yer yer Afife fark etmeden onu izlediği bu yaklaşık bir aylık süreçte Kemal içten içe iyice yanmaya başlar. Yüreği adeta bir kuş gibi kanat çırpıyor, onu her zamanki olgun halinden çıkartıp küçük bir çocuk gibi hareket etmeye sürüklüyordur.

Zaman içinde Afife ve Murat’ın başına türlü olaylar gelir ancak Kemal’in platonik aşkında hiçbir ilerleme yoktur. Taa ki mahalleden birinin düğün gününe kadar. Düğüne katılan Kemal ve Afife, düğünden bunalıp yürüyüşe çıkmış bir vaziyetteyken birirleriyle karşılaşır. Afife’nin aşkından son zamanlarda iyice keyifsizleşmiş Kemal’in bu halleri Afife’nin dikkatini çekmektedir. Bir süredir halinin sebebini sorarken yanıt alamayan Afife, Kemal’in verdiği tek tük kelimeli cevaplardan Kemal’in birisine aşık olduğu kanaatine varır. ‘’Kimin aşkından bu haldesin peki?’’ sorusuna aldığı ‘’Sizin!’’ cevabı ise her şeyi değiştirecektir.

Afife Kemal’in bu büyük itirafına bu durumun ayıp olduğunu, Kemal’i kardeşi gibi gördüğünü, bunun onu kızdırdığını vurgulayan cevaplar verir. Bu günden sonra ise ne zaman Kemal’le karşı karşıya gelse sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi yapmakta ve onunla yalnız kalmaktan bilhassa kaçınmaktadır. Kemal ne kadar Afife’nin gururu, muhafazakarlığı ve tabuları yüzünden bu itirafına cevapsız kalacağını tahmin etse de, sanki o gece hiç yaşanmamış gibi tepkisiz kalacağını beklememiştir.

Kitabın ikinci ve son bölümü ise 10 yıl sonrasında, 1918’de geçmektedir. Kemal abisi ve annesinin yanında İstanbul’da yaşamaya başlamış, iyi gelirli ve saygın bir kişiye dönüşmüştür. Bir gün evine geldiğinde ise hiç beklemediği bir şekilde eski aşkı Afife ile karşılaşır. Oğlunun okulu için kısa bir süreliğine İstanbul’a gelen Afife, Kemal’in annesine küçük bir ziyaret yapmış, ancak çok ısrar edilince bir süre misafir olarak ağırlanmaya razı olmuştur.

Kemal’le nihayet yalnız kalınca Afife kimsenin aklına gelmeyecek bir itiraf yapar Kemal’e. Afife ilk tanıştıkları zamandan beri onu sevmekte, ancak bunu kendine bile itiraf edememektedir. Kemal İstanbul’a gittikten bir süre sonra abisinin öldüğü sıralarda onu sevdiğini kabullenmiş, yıllarca onu düşünmüş, ablası da bunu fark edince onu vazgeçirebilmek adına ona Kemal’in öldüğünü söylemiştir. Yıllardır onu öldü bilen Afife, Kemal’i gazetedeki bir haberde görmesi üzerine yeniden alevlenen bir aşk ve bu aşkının oluru olmadığını çoktan kabullenmiş bir kalple İstanbul’a gelmiştir.

Bu itiraftan sonra yıllarca birbirlerini beklemiş bu iki insan nihayet kavuşur. Çok güzel geçen ve yıllar boyu hatırlayacakları anılar şeklinde kalacak olan çok kısa bir zaman sonra Afife’nin gitme zamanı gelir. Bir vapura biner ve bir daha dönmemek üzere mahallesine geri döner.

Romanın sonunda aradan yıllar geçmiş, Kemal yaşlanmıştır. Şimdi yaşlı bir adam olarak bu anılarını anlatan Kemal, Afife’yi hiçbir zaman unutamadığını söylemektedir.

Nedendi bu? Neden Afife Kemal onu sevdiğini söylediğinde susmuştu? Neden birbirlerine kavuşmaları için aradan bunca yıl geçmesi gerekmişti? Ve neden kavuştuklarından bir iki gün sonra ayrılmaları gerekmişti?

Evet aşkı aşk yapan özlemdi belki ama, eğer ben Reşat Nuri’nin yerinde olsaydım, dünyanın acımasız gerçeklerinden uzak, güzel bir aşk yaratırdım Kemal ve Afife için. Çocuklu kadın ve ondan altı yaş küçük genç adam tabusunu yıkar, tüm bunlara rağmen, toplumun dayatmalarını umursamadan aşklarını yaşayan iki insanı anlatırdım. Kitabın başından beri ‘’Bizim için yarın yok’’ diyordu Kemal, onlar için yarınlar yazardım.

Ancak ne olursa olsun, Reşat Nuri ne kadar onları kavuşturmadan romanı bitirirse bitirsin, hani Sabahattin Ali diyor ya ‘’Kim bilir… Belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak, tekrar karşılaşır ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız…’’ diye… ben Kemal ve Afife için bunu umacağım, bir gün bir şekilde kavuşmuş olabilecekleri ihtimalini…

(Visited 149 times, 1 visits today)