DONDURMACI FAHRİS

Namıdiğer Dondurmacı Fahris, asıl adı Fahris Gülüm. Aksaray’a dondurmayı getiren adam, aynı zamanda benim dedemin babası olur. Dışarıdan bakıldığında basit bir dondurmacı gibi görünebilir ancak o nur gibi simanın altında azmin en kuvvetli hali vardır aslında.

1892 yılında Erzurum’un Aşkale ilçesini Çırmıt köyünde 8 çocuklu bir ailenin 6. Çocuğu olarak dünyaya geldi Fahris. Açlık ve sefaletin kol gezdiği, Erzurum’un sık sık Rus tacizlerine maruz kaldığı dönemlerde yarı aç, yarı tok ailesinin elinde bulunan bir avuç toprağı ekip biçiyordu. Ailesinin uygun görmesi üzerine Fahris komşu kızıyla baş göz edildi ve hemen ardından da askere gitti. Askerden evine döndüğünde karısını bulamadı ve onunla yollarını ayırdı.

1916 yılında köyleri Ruslar tarafından basıldı ve köy ahalisine çeşitli işkenceler yapıldı. Fahris de bu baskında Rusların eline esir düştü. Günlerini esaret altında, ahır bile yapılmayacak bir hapishanede sabahları Rusların verdiği ağır işlerde çalışıp akşamları da bu esaretten kurtulmanın yollarını arayarak geçirdi. Bir gece, diğer esirlerle beraber kaldıkları yerdeki çürümüş menfezin tellerini dişleriyle kemirip kaçmayı denedi ancak Ruslara yakalanınca başarısız oldu, türlü işkencelere maruz kaldı. Bu sefer başaramamıştı ancak bir esir sevkiyatı sırasında esaretten kurtulmayı başaracaktı…

4 gün 4 gece yürüdüler. Yorulup yere düşenler düştükleri yerde vuruluyordu. Bir akşamüstü konvoy durdu ve askerler konvoyun başına doğru ilerledi. Bunu fırsat bilen Fahris üzerinde bulundukları köprünün altına atlayıp bir taşın arasına saklanarak Rusları atlatmayı başardı. Sabahları mezarlıklardaki ölü çukurlarına yatarak saklandı, geceleriyse gizlice ilerledi. Nereye gittiğini bilmeden kaçarken yolda bir kafileye denk gelince onlarla beraber gizlice İstanbul’a gitti. Burada kahve işleten ağabeyinin yanında işe başladı. Ancak hala beladan kurtulamamıştı.

İşgaller yüzünden İstanbul Hükumetinin yönetimdeki boşluktan faydalanan kabadayılar Fahris’in abisinin kahvesinden de haraç kesmeye başlamışlardı. Haraçlar gitgide arttı ve artık ödenemeyecek duruma geldi. Fahris kabadayının zulmüne daha fazla dayanamadı ve bir gün yerdeki odun parçasını kaptığı gibi haraç kesenin başına geçirdi. Sabrını taşıran adamı eşek sudan gelinceye kadar dövdü. Artık olay öyle bir duruma gelmişti ki kabadayı ondan canın bağışlaması için af dilemeye başladı. Adamı yaka paça dışarı attılar. Daha fazla İstanbul’da kalamazdı artık İstanbul’u terk etmenin vakti gelmişti… Ağabeyiyle beraber kahveyi devrettiler ve apar topar kurtulan akrabalarının yerleşti yere Aksaray’a yerleştiler. Ellerinde sadece bir miktar para ve birkaç parça eşya vardı. Ne bir iş, ne bir ev…

Bu iş böyle gidemezdi. Bir an önce bir iş bulmak zorundaydılar. Onlar da ellerindeki küçük miktardaki parayla Fahris’in fikri olan, Aksaraylıların daha önce hiç tatmadığı bir şeyi onlara tattırıp bundan para kazanamaya karar verdiler yani dondurma satmaya. Erzurum’daki kuzenleriyle daha önce birçok defa dondurma yapmışlardı ve bu işin nasıl yapılacağını biliyorlardı.

Erzurum soğuk memleketti orada istedikleri zaman kar bulabiliyorlardı ancak Aksaray’da kar sadece Hasan Dağı’nın zirvesinde bulunuyordu.  Dağdan Aksaray’a kar getireceklerini söyledikleri zaman kimse onlara inanmadı hatta onlara deli deyip dalga geçtiler. Ancak onlar azmetti ve başardılar. Önce evlerinin bahçesine karları muhafaza edebilmek için büyük kuyular açtılar ve dağdan evlerin 2 farklı atla kar getirdiler. Dağdan karı getiren attı yorulunca yolun yarısındaki diğer atla değiştiriyor ve bu sayede mümkün olan en kısa sürede kar erimeden onu eve ulaştırmayı başarıyorlardı. İlk dondurmalarını yaptılar ve evlerinin önünde satmaya başladılar. Yiyen dondurmaya bayılıyor ve gidince yanlarında başka insanlarla geri dönüyordu.

Bizim çiftçi Fahris artık Dondurmacı Fahris olmuştu ve ağabeyiyle birlikte yaptığı dondurmanın çok sevilmesi üzerine işlerini büyütüp bir dükkân açtılar. Dükkân açıldıktan 3 gün sonra da Fahris’in ağabeyi vefat etti. Fahris sarsılmıştı ama hala ayaktaydı. Tarifleri asla değiştirmeyerek hep aynı lezzeti sundu ve namuslu iş yaptı. Yarı aç yarı tok Rusların elinde bir esirken, şimdi çok parası olan ve saygınlık kazanmış birisi olmuştu. İmkânsız diyenlere inat başarmıştı. Ona önceden deli diyen insanlar artık ailesiyle beraber ondan dondurma almaya geliyordu. Fahris işi yıllar geçtikçe büyüttü ve yaşı geldiği zaman işini yeni eşinden olan 3 oğluna bıraktı.

Eğer Fahris karşısına çıkan zorluklarda pes edip de vazgeçseydi bu kadar zengin ve saygın olabilir miydi? Eğer Fahris kaçmaktan vazgeçseydi, bugün ben aranızda olabilir miydim?

Sonuç olarak hepimizin bir hikâyesi var ancak hikâyemizde de pes ettiğimiz her nokta bizi mutlu sondan biraz daha uzaklaştırıyor ve başka hikâyeleri belki de başka mutlu sonları engelliyor.

Eğer azmedersek ve her şeye rağmen pes etmezsek o zaman mutlu sona ulaşabilir ve belki de başka hikâyeler, başka mutlu sonlar yazılmasını sağlayabiliriz.

(Visited 386 times, 1 visits today)