Mona Lisa’nın Gözleri

 

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde günümüzden çok önceki yıllarda İtalya’da Lisa Gherardini adında zarif mi zarif bir leydi yaşarmış. Ama herkes ona Mona Lisa diye hitap edermiş.

Lisa’nın güzelliği dillere destanmış. Herkes onu severmiş ama onun isteği sadece özgür olmak ve Dünya’yı gezmekmiş. Fakat bu isteğini hiç gerçekleştirememiş. Ailesinin isteği üzerine Francesco del Giocondo adında bir tüccarla evlenmiş. Günler birbirini kovalarken Lisa ikinci oğluna hamile kalmış. Francesco bu güzel haberi kutlamak için karısına bir hediye vermek istemiş.  Bu öyle bir hediye olmalıymış ki karısını gerçekten mutlu etmeliymiş.

Francesco ne yapması gerektiğini, hediyenin ne olması gerektiğini uzunca bir süre düşünmüş fakat aklına bir şey gelmiyormuş. Çok uzun zaman geçmesine rağmen aklına hiç fikir gelmemiş. Aylar geçmiş karısı doğum yapmış. Günlerden bir gün Lisa çocuklarıyla bahçede vakit geçirirken, Francesco’nun aklına aniden bir fikir gelmiş. Son zamanlarda adını sıklıkla duyduğu yetenekli Leonardo Da Vinci’ye karısının bir portresini yaptıracakmış.

Kararını verdikten sonra emrinde çalışan adamlara yetenekli ressamı bulup getirmelerini rica etmiş. Adamlar birkaç gün Leonardo Da Vinci’yi aradıktan sonra bulmuşlar. Bu haberi duyan Francesco zaman kaybetmeden atına atlayarak Da Vinci’nin yanına gitmiş ve durumu açıklamış.

Karısına hediye yaptırmak isteyen adamı kırmak istemeyen Da Vinci, Francesco’nun teklifini kabul etmiş.

Ertesi gün Francesco karısına bir yere gitmeleri gerektiğini söylemiş. Lisa ise bir şey demeden kocasının dediğini yapmış. Francesco heyecanla eşine bir elbise seçtikten sonra görkemli köşklerinin alt katında beklemeye başlamış. Köşkleri bahçeli, iki katlı ve kocaman bir binaymış. Bahçelerinde rengârenk çiçekler, ağaçlar, atları için bir ahır, bir süs havuzu ve büyük bir kamelya varmış.

Hazırlıklarını tamamlayan Lisa aşağıya inmeden önce aynada son kez kendine bakmış. Aslında kötü gözükmüyormuş ve eğer Francesco’yla evlenmeseydi bu güzel kıyafetlerin, takıların, hizmetkârların hiçbirine sahip olamayacağını o da çok iyi biliyormuş.  Belki de artık benim için hayal dünyasından çıkıp gerçeklere odaklanmanın vakti gelmiştir diye içinden geçirmiş.

Lisa bir an titremiş bu düşündüklerini gerçekten düşündüğüne inanamıyormuş. Bu aynada ki kadın Lisa olamazmış. O özgürlüğüne düşkün, hayali Dünya’yı gezmek, sürekli yeni şeyler öğrenip yeni şeyler denemek isteyen tutkulu kişi; bu aynada baktığı kocası ve çocukları olmadan bir hiçmiş gibi hisseden, boynu bükük, tek hayali ailesini bir arada tutmak isteyen kadın kendisi olamazmış. Ama Francesco ve çocuklarını nasıl bırakıp hayalini gerçekleştirmeye gidebilirmiş ki? Tamam, belki bu hayatı kendisi istememiş olabilir ama kendisine iyi davranan her isteğini yapan kocasını ve dokuz ay boyunca karnında taşıdığı canından bir parça olan çocuklarını nasıl öylece terk edip gidebilirmiş ki?

O an Lisa’nın aklına hiçte iyi olmayan bir fikir gelmiş. Belki de düşüncesi bile insanı ürpertebilecek bir plan yapmış bilinçsizce. Belki de o kadar da bilinçsizce değil, hatta bilerek yapmıştır ama Lisa ne düşündüğünün farkına varır varmaz bunun bilinçsizce bir düşünce olduğuna kendini inandırmış.

Aşağı indiğinde kocasının gülen yüzüne bakmış. Nezaket gereği o da aynı şekilde gülümsemeye çalışsa da pek başarılı olduğu da söylemezmiş. Kocası, kucağında küçük oğulları, büyük salonun bahçeye bakan penceresinin önündeki geniş koltuğun üzerinde oturuyor ve koltuğun tam karşısında ki merdivenlerde duran kendisine bakıyormuş. Büyük oğlu ise her zaman ki haylazlığını konuşturarak etrafa elindeki üzümleri fırlatıyormuş. Lisa buna kızmamış, sonuçta temizliği yapan kendisi değilmiş. Eğer oğlunu ikaz etmeye çalışsa, oğlu bu işi inada bindirip daha da çok atmaya başlayacakmış, bundan eminmiş. Bu yüzden bir şey demek yerine derin bir nefes almış ve Francesco’nun yanına giderek küçük oğlunu kucağına almış. Salonda büyük oğlunun mırıldandığı melodi hariç hiç ses yokmuş. Ama bu pek bir sorun sayılmazmış çünkü genellikle Lisa ve Francesco’nun konuşacak pek bir şeyleri olmadığından susarlarmış. Lisa, Francesco’nun ticaretin ne kadar zor ve değişken oluşundan şikayet etmesini dinlemeyi sevmez; Francesco ise Lisa’nın arkadaşlarının dedikodusunu yapmak veya okuduğu kitabın ne kadar romantik olduğunu bilmek istemezmiş. Onların evliliği daha çok ailelerin birbirini sevmesi ve Francesco’nun Lisa’yı çok güzel bulması üzerine kurulmuş. Birbirlerine her zaman saygı duyar fakat birbirlerine olan sevgileri değişken ve pek içten sayılmazmış.

Bu suskunluğu Francesco, Lisa’ya ne kadar güzel göründüğünü söyleyerek bozmuş. Zaten söylenebilecek bir şey olmadığında hep bunu söylermiş. Lisa ise teşekkür etmekle yetinmiş. Bir süre sonra büyük oğlan ne zaman gidecekleri ile ilgili mızmızlanmaya başlayınca yola çıkmışlar. Atlı arabayla çok uzun sürmeyen fakat yüksek bir bayıra çıktıkları için biraz mide bulantısı yaşatan bu yolculuktan sonra kendilerini şehrin bazı kısımları görünen bir bayırda bulmuşlar.

Lisa başta ne olduğunu anlayamadı fakat sonra elinde boya fırçaları, önünde tuval olan birini gördü. Bu adamı daha önce hiç görmemişti. Eşine döndü. Francesco çocukları arabadan çıkartıyormuş. Daha sonra karısına dönmüş. Onunda kendisi baktığını görünce ünlü ressama karısını; karısına da ünlü ressamı tanıtmış.

Lisa portesinin yapılacağını duyunca başta biraz tedirgin olsa da kocasını kırmamak amacıyla kabul etmiş. Da Vinci’nin belirlediği yere oturmuş. Da Vinci’ye bakmaya kendini zorlasa da ressamın yanında duran kocası ve iki oğluna bakmaktan kendini alamıyormuş. Ne kadar denerse denesin bugün aklına gelen o düşünceden kendini alamıyormuş. Bunu düşünmek bile yanlışmış. Bir anne nasıl çocuklarını göz göre göre üzermiş ki?

Lisa uzun bir süre elinde olmadan bunu düşünmüş. Belki de çocukların bilmesi gerekmez, sadece Francesco bilse yetermiş. Ama o da duyunca çok üzülürmüş. Francesco’nun kendisine aşık olmadığını bilse de eşi ve çocuklarının annesi olarak saygı duyup sevdiğini biliyormuş. Ne olursa olsun bu haber Francesco’yu üzermiş. Bu düşünceyi artık aklından silmesi gerekiyormuş.

Lisa kendi dünyasıyla meşgulken küçük oğlunun ağladığını duyup yerinden kalkmış ve onu sakinleştirmeye çalışmış. Belli ki küçük oğlu acıkmaya başlamış.

Da Vinci işinin daha bitmediğini ama bugünlük bu kadarının yeterli olduğunu söylemiş. Tuvale baktığında sadece gözlerinin olduğunu fark etmiş. Bunun sebebini sorduğunda Da Vinci bu bakışlarla bir daha karşılaşamayacağını çünkü insanların sadece önemli kararlar almadan önce bu şekilde kesin bakışlara sahip olabileceğini söylemiş çünkü kararlar sadece bir defa verilebilir ve geri alınamazlarmış. Lisa bu sözlerin doğruluğuyla şakına dönmüş. Diyecek bir şey bulamamış ve hiçbir şey demeden arkasını dönerek at arabasına dönmüş. Bir süre sonra Francesco ve çocuklarda ona katılmış ve evlerine doğru yola çıkmışlar.

Lisa, ünlü ressamın dediklerini tüm yol boyunca düşünmüş. Eve geldiklerinde akşam olmak üzereymiş. Hizmetkârlar yemeği çoktan hazırlamış, sofrayı kurmuş onları bekliyormuş. Lisa ilk önce küçük oğlunu sütannesine teslim etmiş. Daha sonra evin girişinin hemen sol tarafında kalan devasa masaya oturmuş, büyük oğlu ve Francesco’yla birlikte sessiz bir akşam yemeği yemiş.

Yemekten sonra büyük oğlunu odasına götürüp üzerini değiştirmiş ve yatağa yatırıp masal anlatmaya başlamış. Masal hayali bir prenses olmak olan köylü bir kızını anlatıyormuş. Aslında oğluna masalı genelde dadısı veya sütannesi okurmuş ama Lisa’nın aklını dağıtmaya şuan çok ihtiyacı varmış. Bu masalı çocukken kendisine annesi okurmuş. Her zaman en sevdiği masal bu olmuş çünkü masaldaki kızı kendisine benzetirmiş. O kız gibi olmak istermiş. Bu onun çocukluğundan beri hep istediği şeymiş. Hayalleri için savaşmak ve onu elde edene kadar pes etmemek. Lisa düşünmüş, şuanda da yaptığı bu muymuş?

Büyük oğlu masalın sonunu duyamadan uykuya dalmış ama Lisa kendi kendine masalı anlatmaya devam etmiş. Tek hayali, hayallerinin peşinden koşmak, hayallerinden vazgeçmemek olan biri olarak fazla erken pes ediyormuş.

Havanın soğuğuna rağmen bütün gece bahçedeki salıncağın üzerinde oturup düşünmüş Lisa. Sevdiklerini üzmek uğruna hayallerini gerçekleştirecek miymiş, yoksa öylece hayallerinden vaz mı geçecekmiş? Bu belki de hayatında yaşadığı en zor kararmış. Güneş gökyüzünde belirirken Lisa kararını vermiş, hayallerini gerçekleştirecekmiş. Ama bunun için biraz beklemeye karar vermiş.

Aradan üç yıl geçmiş. Da Vinci Fransa’ya gitmiş ve bir daha Lisa’yla buluşamamış.

Küçük oğulları yavaş yavaş koşmaya, ağabeyiyle oynamaya başlamış. Francesco bahçede, çimenlerde yakalamaca oynayan çocuklarını izlerken birden hizmetkârlardan birinin koşarak yanına geldiğini görmüş. Kadın, Francesco’ya Lisa’nın bayıldığını söylemiş. Francesco yerinden hızlıca kalkıp koşarak Lisa’nı yanına gitmiş. Lisa bahçe kapısına yakın bir yerde baygın halde yatıyormuş. Hemen yanına çökmüş ve endişeli gözlerle Lisa’yı incelemeye başlamış. Bu sırada etraftakilere doktor çağırmalarını emrediyormuş. Birkaç dakika sonra doktor gelmiş. Lisa’yı kontrol ettikten hizmetkârlara onu yatağına taşımalarını söylemiş. Hizmetkârlar Lisa’yı yukarı çıkarırken, doktor Francesco’ya Lisa’nın zehirlendiğini ve eğer bu zehrin panzehirle tedavi edilmezse öleceğini söylemiş. Francesco tedavi için ne gerektiğini sormuş. Doktor panzehirin sadece Çin’deki bir bitkide olduğunu ve bunu orada ün salmış bir şifacı kadından başkasının yapamayacağını söylemiş.

Francesco hemen adamlarına bir gemi hazırlamalarını emretmiş. Gece boyunca Lisa’nın kendisine gelmesini beklemiş. Sabaha doğru kendisine gelen Lisa nasıl bayıldığını hatırlamıyormuş. Francesco, Lisa’nın endişelenmesini istemediği için hastalığı Çin’e gidene kadar ondan saklamaya karar vermiş.

Gemi bir hafta kadar sonra hazır olmuş. Gemi mürettebatı, Lisa, Francesco ve çocuklarda hazır olunca yola çıkmışlar.

Lisa sonunda planladığı şeye ulaşmış. İki haftadır yolda olmalarına rağmen bir aksilik çıkmamış. Lisa günlerini çocuklarıyla ilgilenerek, Francesco ise işiyle uğraşıp durdukları limanlarda ticaret yaparak geçiriyormuş. Zaman akmaya devam etmiş. Lisa gittiği her yerden hatıra bir şeyler alıyormuş. Çin’e varınca elbette gerçeği söyleyecekmiş. Başta Francesco kızsa da sonradan zamanla onu affedermiş. En azından Lisa öyle düşünüyormuş.

Çin’e varmadan önceki son limanda da durduktan sonra yaklaşık altı gün aralıksız yol gitmeleri gerekiyormuş. Lisa çok heyecanlıymış. İlk dört gün deniz dalgalı da olsa bir sorun çıkmamış ama beşinci günün akşamında bir fırtına çıkmış. Dalgaların boyu geminin boyunu aşıyormuş. Ve ertesi gün fırtına durduğunda Çin’in kıyısına bir gemi vurmuş. İçinde tek bir yaşayan bile yokmuş. Güzelliği dillere destan olan Lisa, Mona Lisa hayali uğruna söylediği o pis yalanın dalgasında boğulmuş.

(Visited 160 times, 1 visits today)