Umut Sokağı

O kadar geceydi ki neredeyse sabah olmuştu. Şafağın sökmesine ramak kalmıştı. Eğer bir insan gecenin bu saatine kadar uyuyamamışsa bilin ki ya kalbi kırıktır ya da düşüncelerle boğuşuyordur. Hani derler ya geceler çok sessizdir diye işte ben buna hiçbir zaman inanmadım. Bana göre gece bir insanın duyabileceği en gürültülü zaman dilimidir. Çünkü insan sadece gece, maskelerini çıkarıp kendi iç muhakemesini yapıp kendini dinleyebilir. Bazen insan gün içinde kendisine bile maske takmak zorunda kalabilir.

İki kişilik büyük yatağımdan doğrulup açık kalmış balkona doğru yavaş yavaş yürüdüm. Hafif hafif esse de rüzgar varlığını belli ediyordu. Balkondaki masanın üzerinde yarısı içilmiş soğuk bir kahve ve yalnız kaldığımda çizdiğim bazı çizimler için araç gereçler vardı. Kuru kalemler, buruşturulup atılmış kağıtlar…  Gözlerimi sımsıkı kapattım sanki açtığımda her şey düzelecekmiş gibi. ‘’Gözlerimi açtığımda gördüğüm şeye inanamadım.’’ Masanın üzerindeki kitabın neredeyse daha önce orada olmadığına emindim. Yırtık sayfaları olan eski basım bir kitaptı. Kitabın adı Umut Sokağı idi. İlk sayfasını açıp okumaya başladım.

gece foto ile ilgili görsel sonucu

  1. BÖLÜM

Bu gece bu sokakta sadece üç arkadaşım var. Yalnızlık, karanlık ve uzaklardan gelen havlama sesleri. Küçüklüğümden beri en çok korktuğum üç şey. Gecem her ne kadar ruhen ve bedenen zifiri karanlık olsa da kalbimin derinlerinde umudum yakamoz misali ışıl ışıl parlıyor. Çünkü biliyorum ki nefes aldığım her saniye umut yanı başımda. En azından öyle temenni ediyorum. Diyor ya şair;

 

‘’Amansız sıkar karanlık                      Hayallerinin dışında yaşarsın.

Üzerine üzerine gelir bulutlar.          Rol çalıp başkalarından

Sarar seni çaresizlik                             Başkalarını oynarsın.

Ne uzaktan ne yakından                     Ben kimdim?

Duyulmaz çığlıkların.                           Sorusu belirir de

İçinde çalkalanır isyanların.                Dökülemez… dudaklarından“

 

Şafak sökmeye, şehir uyanmaya başlamıştı. Koşuşturan vapurlar, uykulu sessiz gözler, telaş yapmış çocuklar, uçmaya çalışan martılar…  Her şeyin herkesin bir amacı vardı bu hayatta. Amaçlar belirliyordu bu hayattaki seçimlerimizi. Seçimler de bizi ayrı bir yola götürüyordu. Peki ama bir şey çok istenince gerçekleşiyor muydu? Denemeden bir şey kaybedilmezdi değil mi? İşte bugün benim günümdü. Bugün benim miladımdı. İçimdeki çığlıklar susmasa da dinmelerinin zamanı çoktan gelmiş geçiyordu.

‘’Daha son sözü söylemedi hayat!

Belki yarınlar, mutlu sonlar var.

Yeniden başlamak yorar insanı;

Ama sonunda kavuşmak, mutlu olmak var.’’

 

Kitap okumayı sevmezdim aslında daha doğrusu yazılan şeyler sabun köpüğü gibi gelirdi bana. Ama bu kitapta beni çeken bir şeyler vardı. Sanki hayatıma ayna tutulmuş bu kitaptaki satırlara dökülmüştü. Sadece bir bölüm okumuş olsam da kafamdaki düşünceleri bir kenara atıp bu kitaba odaklanmıştım. Kitabın sayfalarına göz gezdirirken üstü çizilmiş bir şiir gördüm ve okumaya başladım.

‘’Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,

Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,

Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında

Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.

Sevinçlerinde onlar vardı,, hüzünlerinde onlar

Seninle yeşerdiler, seninle soldular..

Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.’’

 

Devam edecek …

Kaynakça: Birinci tırnak içinde yazılan şiir Fazıl Hüsnü Çakıroğlu’na, ikinci şiir Nazım Hikmet’e, üçüncü tırnak içinde belirtilen şiir ise değerli şair Özdemir Asaf’a aittir.

(Visited 216 times, 1 visits today)