Bin Gecelik Kış

Soğuk çöl o gün çok sessizdi. Normalde etrafta ciyak ciyak bağıran güvercinler bu sabah etrafta yoktu. Belki göç etmişlerdir diye düşündüm içimden. Gerçi daha önce göç eden bir güvercin görmemiştim ama daha önce bir güvercini on saniyeden daha uzun bir süre boyunca oturup izlediğimi de hatırlamıyorum herhalde etraftaki tek yaşam formu olunca güvercinler insanın gözünde daha çok yer ediyor. Belki de ölmüşlerdir dedim. “Güvercinler ne yer ki?” ne yerlerse yesinler etrafta artık hiçbir şey yoktu. Yavaş yavaş üstünü kar sarmaya başlayan ölü dallar dışında bitki de kalmamıştı artık.

 

Ben o kayanın üstünde oturup düşüncelere dalmışken bir anda arkadaşımın bana bağırışıyla orada olmamın nedeninin kuş gözlemciliği olmadığını hatırladım. Kutuları almak için Cem ile birlikte oraya gelen kamyonun yanına vardık. Dört adet otuz santimetrelik kutuyu yanımızda getirdiğimiz el arabası ve kızak karışımı şeyin içine doldurduk. Bu aletler bomba ülkeye düştüğünden ve büyük kış başladığından yaklaşık altı ay sonra popüler olmaya başlamıştı. Her yer kar olunca ve Dünya nüfusunun yirmide on dokuzu hayatını yitirince bazı elektrikli taşıma kamyonları dışında arabaları ne kullanan ne de onlar için yer altından petrol çıkartan kalmıştı. Genelde bu kızağımsı şeylere köpekler eşlik ederdi ama yediğimiz yemeği zor ödediğimiz için babam kabileye sadece çok acil işlerde yardım etsin diye sadece altı tane köpek almıştı.

 

Cem son kutuyu da bağlarken bana sordu “Baban bu şeylerin ne olduğundan bahsetti mi sana? Sanki içeride şıngır mıngır sallanan bir şey var.”. Bunu söylerken de elindeki kutuyu hunharca sallıyordu. “Ne yapıyorsun!” dedim. “Madem sallanan bir şey var sallama da kırılmasın.” yalan yok ben de içindeki şeyi çok merak ediyordum ama onu yolda kırarsak babamın da bizi kırması çok muhtemeldi. Bunun üzerine paketlediğimiz yaklaşık on iki kilogramlık yükü yedi kilometrelik bir yolculuğun ardından kabile kampına sağ salim getirdik.

 

Bazıları bize heyecanla bazıları korkuyla bakıyordu. Sanki kutunun içinde ne olduğunu biliyorlar da ona tepki gösteriyorlar gibi. Babam bizi çadırına aldı ama ilk başta çıkmamızı bunun bizi ilgilendirmediğini söyledi. Ama biz ısrar edince kutuları açarken yanında oturmamıza izin verdi. Kutuları açarken çok heyecanlıydık. Daha doğrusu açmadan önce, kutulardan onlarda doz aşı çıkması hem Cem’i hem de benim yüzümde bir şaşkınlık ifadesi uyandırdı. Ben kutulardan cephane çıkar zannediyordum. Cem ise biraz acıkmış olacak ki “Bunların yemek olduğundan emindim. En azından midem emin olmamı istedi.” dedi.

 

Babam çok uzatmadan konuya girdi ”Bunlar doğudan geliyor. Ruslar büyük kış başladıktan sonra kafkaslara göç etti ve bazı diğer kafkas halklarını da aralarına alıp tek bir çatı altında toplandılar. Amerika bombayı atmadan önce meğer onların da dünyayı yok etmek için bir planları varmış. Yirmi yılda bir suni virüs geliştirmişler. İki ay önce buraya gelen elçiler Rus elçileriydi. Bana aşı satmak istediklerini söylediler, başta reddettim ama eğer almazsam paranın mezara gideceği çok belliydi. Kabilenin beş yıllık birikimi işte bu dört kutuda. varlığından emin bile olmadığımız bir virüsün aşıları bunlar.”. Ben olayları akıl süzgecinden geçirmek için bir dakika boyunca ağzımı açmadım. Ama Cem çadır halısının kenarında duran yarım bayat ekmeği alıp sanki kapıyı çarpmaya çalışırmış gibi çadırın fermuarını sertçe kapattı ve gitti.

(Visited 27 times, 1 visits today)