Dinmeyen Duygu

Sıradan sıkıcı bir hayatım vardı. Evden işe gider işten sonra direkt eve dönerdim. Sosyal hayatım hiç yoktu, olacağını da hiç düşünmezdim. Arkadaşım da yoktu. Bir elin parmaklarını geçmezdi arkadaşlarımın sayısı. Bundan memnundum aslında hiç şikayetçi de olmamıştım.

O gün evden her tarafım tutulmuş ve ağrılı bir şekilde evden çıktım, işe gitmek için arabama bindim ama bir şeyler farklıydı veya ben öyle hissettim. İşe doğru yola koyulduktan sonra her zaman kahve almak için durduğum kahve dükkanının orada olmadığını ve sokaktaki bütün dükkanların değiştiğini fark ettim. “Nasıl yani?” dedim içimden. “Bir günde nasıl her şey kaybolabiliyor?” Kahve derdi kafamdan uçmuştu, arabayı son hızda kullanarak iş yerime doğru telaşlıca yola koyuldum – en azından orada her şeyin yolunda olduğunu tescillemeliydim- ama iş yerime vardığımda şaşkınlığım ikiye katlanmıştı, en az 20 yıllık bina; hiçbir kırıntı döküntü olmadan yok olmuştu. Ellerimle gözlerimi ovaladım ve kendimi sakinleştirip korkuyla ellerimi gözlerimden çektim ama nafileydi, hiçbir şey değişmemişti.  Koskoca binanın yerinde yalnızca kocaman siyah bir duvar vardı. Aklıma gelen ilk ismi -zaten hayatımda pek fazla kişi olmadığından telefon rehberim çok kabarık değildi- müdürümü aradım. Adam hiçbir zaman işine gecikmez, hayatı buna bağlıymışçasına çalışırdı. Telefonu normalde dördüncü çalıştan sonra kapatırdım, bana yapılsa saygısızlık saydığımdan ama bu sefer dayanamadım ve telesekreterin rahatsız edici sesini duyana kadar çaldırmaya devam ettim. Artık her şey içinden çıkılamaz bir hal almıştı, kimseye ulaşamıyor, başkalaşmış ve çevreme yabancılaşmış hissediyordum. Aklımı kaybettiğimi düşünsem de hayatımın bir yalan olduğuna inanmak istemedim. Üstellik yıllardır çalıştığım şirket bir yalandan ibaret olmazdı, değil mi? Müdürüm telefonu açmamıştı, neredeyse hiç konuşmadığım iş arkadaşlarımdan birini aramak için telefonu kulağıma  götürdüm. İki kere çaldıktan sonra karşıdan gelen yumuşak ses resmen içime su serpmişti. Sanki hayatım boyunca beklediğim ses buymuş gibi hissettim. Telefonu açan kişi iş arkadaşımsa bu yıllardır çalıştığım yerin bir hayalden ibaret olmadığını gösteriyordu. Telaşlıca konuşmaya başladım. Olanları anlattığımda verdiği cevap, “Sen neler saçmalıyorsun?” olmuştu. Herhalde bunu yaşayan tek ben olamazdım. Ve bana bir şeyler anlatmaya başladı.

5 yıldır komada olduğum gerçeği telefonun öteki tarafından anlatılırken gözlerimdeki yaşları daha fazla tutamamıştım. Sabahki ağrılar, telefonu açmayan müdürüm…  Arkadaşıma sordum ”o zaman nasıl evde uyandım?”. Arkadaşım ise ”biz seni doktorlar gözetiminde evde bakıma aldık doktorlardan her an uyanabilir yanıtını aldığımızda ise başında nöbet tuttuk ama sen sanki 5 yıl geçmemiş gibi kalkıp 5 yıl önceki rutine devam etmişsin ”dedi. Oracıkta dilim tutulmuştu. Arkadaşıma zor olsa da teşekkür edip telefonu kapattım ve oradan tam uzaklaşmak üzereyken omzuma bir el dokundu. Arkamı döndüğümde ise o yüzü gördüm ve neden ve nasıl komaya girdiğim film şeridi gibi gözümün önünden geçti. O yüz benim en yakın arkadaşım dediğim ama beni sırtımdan bıçaklayan kişinin yüzüydü. Tam konuşmak üzereyken alnımda silahı hissetim, beni komaya sokan o soğuk silahı. ”Neden yapıyorsun bunu bana ne istiyorsun benden ne yaptım ben sana” dedim. Arkadaşım ise  ”çocukluğumu, gençliğimi aldın elimden” dedi. Nasıl yani? Şoka girmiştim, ben ne yapmış olabilirim ki. O şokla ağzımdan şu kelimeler döküldü ”ben nasıl çocukluğunu ve gençliğini almış olabilirim elinden biz senle ben komaya girmeden 2 yıl önce tanışmıştık”. O ise bu cümlemin ve şaşkınlığımın karşısında gülmeye başladı ve ”ah zavallım seni yıllarca kandırmışlar yetimhane zamanlarımızı hiç mi hatırlamıyorsun” dedi. Kendi hayatıma dair benden daha çok şey bilen biri şu an karşımda bana neler anlatıyor. Sonra ”nasıl? Ben yetimhane hiç kalmadım. benim annem,babam var” dedim. Tabii o yine alaycı bi tavırla ” ah zavallı hatırlamaman normal seninle küçükken çok kavga ederdik bir gün ben sana çok sinirlenip seni merdivenlerden ittim ve hastanelik oldun 2 ay hastanede kaldın ve hafızanı yitirdin hasteneden çıkarken seni evlatlık alan aile benden şikayetçi olup asla evlatlık verilmememi sağladılar bu yüzden hayatı boyunca sana çok kinliydim ve seni tekrardan bulmaya ant içmiştim bulunca ise arkadaşınmış gibi davrandım ve planımı uyguladım” dedi. Yaşananların boyutu gerçeklik algımı aşmıştı. İçinde sönmeyen nefreti ile karşımda durmuş bana bakıyordu. Ortam çok sessizleşmişti. En son o sükuneti bozup boğazımdaki düğümü çözdüm ve gözümdeki korkuyla ona şu soruyu sordum şimdi ne olacak…

(Visited 50 times, 1 visits today)