Düşüş

   Aklımdan geçen ilk cümle ” Bulutlar ne kadar güzel görünüyor.” olması benim için bu günün güzel geçiceğinin bir işareti niteliğindeydi. Güneşli, parıl parıl bir sabaha uyanmıştım. Bu günümü boşa harcamak istemeyeceğime karar vermem uzun sürmemişti doğrusu.  Dünyanın bizim için biçtiği kaftana bir delik açmak istemiştim bu gün yeniden belki de.Hızlı olmaya çalışarak hazırlanıp adanın güzel, küçük sokaklarına attım kendimi. Sanki değişen bir şey yokmuşcasına karşılamıştı beni bu yaşanmışlık dolu kaldırımlar. Aynı görünse bile farklıydı benim için artık bu sokaklar. O gün gözlerimi açtığımda bana dikkatle bakan hiç tanıdık gelmeyen o bir çift kahverengi gözle karşılaştıktan sonra değişmişti bu ada.

Bozcaadaya inerken mide bulantım tekrar hatırlatmıştı kendini. 1 saat süren bu ufak yolculuğumuz ve benim korkumun sonucuydu sanırsam bu baş dönmesi ve mide bulantıları. Gezmek için geldiğimiz ada turumuz benim için çokta iyi başlamış sayılmazdı yani. Ben toparlanmaya çalışırken hızlıca oteli bulmaya gitmişti güyya can dostum. Hızına yetişme çabaları verirken vardığımız pansiyonumuz bizi kapısındaki iki deniz kızıyla karşılamıştı bile. Bu muhteşem resimleri görünce anladım ki Bozcaada’nın büyülü evleri dedikleri bunlarmış. Her yanımda birer şaheser olduğunu görmek bir rüyadaymışım gibi hissettir

mişti. Taşıyamadığım bavulumu içerden çıkan genç bir çocuk aldı ve bizide resepsyona yönlendirdi. Odamıza çıktığımızda benim gibi Defne’nin de yerinde duramadığını biliyordum. Herşey çok güzeldi ve biz bu adada gizemleri keşfedip eğlenmeye sonuna kadar hazırdık.

Dışarı çıktığımızda herkesin ilk dikkatini çeken yerde bulduk biz de kendimizi. Kale, kocaman ve tarih kokan bir kale. Surlara doğru attığımız her adımda egenin hırçınlığını hissetmeye başladık. Yüzümüze  vuran uçurucu rüzgar, ve parlayan dalgaların sesiydi bunun örneği. İçimize dolan deniz kokusu ve saçlarımın arasında hissedebildiğim rüzgarın etki ettiği hafıf bir sarhoşlukla gezdiğimiz tarihi mekanın içine girdiğimizde dışından olduğundan daha da büyüleyici olduğunu anladık. Büyünün etkisiyle çıktığım tarihi basamaklar adanın ihtişamını daha da gözler önüne seriyordu. Kendimi bir 

 

masaldaymışcasına kalenin surlarının üzerinde bulmuştum. Manzaranın içerisinde kaybolurken değişen bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Savunma surlarının üzerinde yürüyüp aşağıya bakarken gelen vapurun düdüğüyle kendimi surlardan aşağı süzülürken buldum.

Korkudan kapattığım gözlerimi açtığımda hâlâ ölmemiş olduğumu anlamanın rahatlığıyla tekrar gözlerimi yumdum. Komik gelebilir ama düştüğümde canımın acıması gerekmez miydi ama acımıyordu. Gözlerimi heyecan ve korkuyla yeniden açtım ve bana dikkatle bakan hiç tanıdık gelmeyen bir çift kahverengi gözle karşılaştım. Telaşla gözlerimi kahverengi gözlerden çektiğimde gördüm ki kale artık bir tarihi eser değildi, kale artık ihtişamlı askerlerle dolu, yaşayan bir yerdi. Yoksa ben geçmişe mi gitmiştim…

 

(Visited 38 times, 1 visits today)