Eski Bir Binada Tekrardan

Bulunduğum binanın tam olarak kaçıncı katında olduğumu hatırlamıyordum. Sadece katları koşarak, düşünmeden çıkıyordum. Sahilde oturmuş, masmavi rengini o berrak gökyüzüne bile değişmeyeceğim güzellik abidesine bakıyordum. Normal bir günden farkı yoktu. Sokak satıcısı bağırarak malını satmayı deniyor, dalgaların sesi kıyıya vurarak melodileriyle kulaklarımı dolduruyor, küçük çocuklar ise hafif rüzgârlı hava ile uçurtmalarını göğe çıkarıp sanki büyülenmişçesine izliyorlardı.
Bu çok normal günde bir anda rüzgâr daha farklı bir his, tatlı bir koku ile esmeye başladı. Bu aroma kokusu ile irkiltti bedenimi. Sanki o buradaydı. Bankın arkalarında kalan ağaçlık alandan bana bakıyor, kulaklarıma bir melodiden fazlası olan sesi ile beni çağırıyordu. En son sesini duyduğum zamanki bağrışları aklıma geldi. Hayat bu özlemi tolere etmek için kısaydı. Bu histen kurtulmak için kimsenin yaşamadığı kadar yaşamak, aklımı kaybetmek gerekirdi. Öyle olsa bile ismimi bile hatırlamasam da onu hatırlayacağımı biliyordum en derinde. Kendimi ondan soyutlamam, artık hatırlamam lazımdı. Fakat duramadım, çok özlemiştim. Bana ne kadar sinirlerse de bağırsa da onu bir kere merkezime koymuştum ve oradan koparmak da istemiyordum. Çok güzeldi çok. Uzun saçlarından ne kadar şikâyet etse de onlara hep bakım yapar, onların tek teline zarar bile gelse hemen üzülürdü. Bazen bana onları örme şerefini bahşederdi ama istediği gibi olmadığı zaman da yüzünü asıp konuşmamayı da çok iyi bilirdi. Bir çehresi vardı ki Afrodit görse kıskanırdı. Ay tenli güzel yüzü saçı arkasında saklı bir hazine gibi orada dururdu. Güllerin bile ulaşamayacağı tonda olan pembe dudaklarından çıkan hep o heyecanlandığı zamanda dökülen saçma sapan cümleleri düşlerimi süslerdi.
Bir kere onu gördüğümü sanmıştım işte, istesem de kendimi durduramazdım artık. Bacaklarım ne kadar yorulsa da durmayacak, onu görme arzum ile yanıp tutuşan bedenimi götürmek için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Kalp atışımın gürültüsü mantığımın sesini bastırmaya yetmişti. Deli gibi koşuyor, ona ulaşmayı deniyordum. En sonunda eski püskü, yıkılmak üzere olan bir binanın içinden duydum sesini. Hemen içeri dalıp katları çıkmaya başladım. Bir, iki, üç, dört… Çıktıkça çıkıyor, onu görme arzusu ile yanıp tutuşuyordum. Yaptığım onca şeyden sonra öbür dünyadaki cennetinden sadece beni görmek için çıkıp gelmişti. Ne kadar mesudum anlatamazdım. En sonunda binanın tepesine gelmiştim. Etrafta kimse yoktu. Bu nasıl olabilirdi? Neredeydi benim kokusuna hasret kaldığım? Göremiyordum, çıldırmak üzereydim. Sonra binanın en altından tekrar onun sesini duydum. Aşağıya baktığımda oradaydı, kollarını açmış beni bekliyordu. Hiç düşünmeden atladım kollarına. Artık üzülmeye, kahrolmaya, sensiz geçirdiğim günlere isyan etmeye gerek yoktu. Ruhum bedenimden kurtulmuştu ve artık özgürdüm. Seni doyasıya sevebilir, zaman derdi olmadan görebilirdim. Bedenim soğurken ben senin sıcacık kollarındaydım. Sevgilim ben sana geldim!

(Visited 18 times, 1 visits today)