Hayata İthafen

Küf kokulu havadan bir nefes çektim içime. Gözlerimi aralarken hiç acele etmedim ve bana birkaç uzun saniyeye patlasa da zifiri karanlığa alışmalarına izin verdim. Ne kadardır burada oturuyordum? 1 saat? 1 yıl? Sınavını erken bitirmiş bir öğrenciydim ben. Yapılması gerekeni yapmış, yaşanabilecek her şeyi yaşamıştım ve zilin çalmasını, gömülmeyi, parçalanmayı bekliyordum. Birçok zaman teğet geçmiştim mutluluğa. Belki daha az düşünseydim dokunabilirdim de o duyguya ama mutluluğun bir göz kırpması kadar kısa sürdüğünü anlamam zor olmadı. Bu hayatta uğruna hatalardan kaçacağım bir şey değildi mutluluk, belki bir dahaki sefere.

Hızlı yaşayıp genç ölmek isterdi 7.5 milyarlık şempanze sürüsünden farklı olduğunu iddia eden birkaç şempanze bir zamanlar, ben de onlara katılmıştım. Hızlı yaşayanlardandım, fakat genç ölmekten ziyade hızlı yaşlanmıştım. Hissederdim bir zamanlar ben de diğer şempanzeler gibi, anımsıyorum. Tesadüflerin beni karşısına çıkardığı bir kız sevmiştim mesela. Aşıktım ona, öyle ki hiçbir canlıyı sevmediğim için o zamanlar depolanmış bütün sevgim onaydı. Gitti o da, sebebi hala meçhul… Belki de fazla geldi zayıf vücudunun narin omuzlarına hiç sevmemiş bir insanın sevgisini taşımak. Attı yükünü üzerinden nefes almaya devam edebilmek için o da. Ben sustum.

Susmayı severdim ben. Sıklıkla susardım. Kavga ederken, mutluyken, acı çekerken susardım. Yardıma ihtiyacım olsa da susardım ben, kimden yardım isteyecektim? Kim kimi kurtarabilmişti şimdiye kadar? Sustuğum için yalnızdım belki de, yalnızlık konusunda tanrıyla yarışabileceğimi düşünürdüm.

Dinlere de inanırdım ben bir zamanlar. Fakat midemi bulandırmıştı insanların barışı emreden tanrıyı öldürmek için bir araç olarak kullanması. İnsanoğlu dokunduğu her şeyi kirletmişti bugüne kadar, dinin de bu çamura batmaması oldukça uzak bir ihtimal gibi göründü gözüme. İnsanoğlunun kendi ırkına karşı oynadığı oyundaki kazanma hırsı da göz önüne alınınca bu oyuna tanrıyı da karıştırması kaçınılmazdı, ben de bıraktım inanmayı. Yazılanların üzerinden onlarca kuşak geçmeseydi belki de hala inanıyor olurdum dinlere. Tanrı, yalnızca sen ona inanırsan vardı, varsa da bu dünyayla işi olmadığı kesindi.

Ayağa kalkmaya yeltenmemle uzun zamandır hareket etmeden duran vücudumun sırt ve bel ağrılarıyla beni protesto etmesi bir oldu. İçerisinde fazla eşya bulunmasa da duvarları posterler ve afişlerle kaplı olduğu için bu durumun pek göze batmadığı odada destek alacak bir şey aradığım birkaç saniyenin ardından en yakınımdaki obje olan abanoz sehpadan destek alarak ağır hareketlerle doğruldum. Masada duran beyaz tozun bir kısmının yere dökülmesi tiksinti ile karışık bir acıma duygusu uyandırdı içimde. Hem o toz uğruna can alabilecek kişilere hem o tozun düşünme yetimi kontrol altına almasına izin vermiş olan kendime karşı, uzun zaman önce hissedilmesi gereken bir acıma. Masada kalan son toz zerrelerini de elimin tersiyle sehpadan aşağı ittim.

Atılan birkaç ağır ve temkinli adımın ardından alışık olduğum odanın alışık olduğum lambasına dokundu parmaklarım.  Parmaklarımı olabildiğince beklettim orada. Lambayı açınca bütün çıplaklığıyla göreceğim şeyden korkuyor, yüzleşmek istemiyordum sanki onunla. Birkaç nefes daha bekledikten sonra karanlığa alışmış gözlerime saplanan parlak ışığın odayı doldurmasına izin verdim. Gözlerimi açtığımda bana bakan bir çift göz gördüm. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken koşar adımlarla uzaklaştı. Evet, hatırladım. Onu tanıyorum. Birkaç saniyeliğine de olsa tekrar göz göze gelebilmiştim beni uzun zaman önce terk ettiğini düşündüğüm benliğimle. Ben çabalamayı bırakmış hayatın akıntısında sürüklenip giderken şimdi tekrar yaşamak için bir şans ister gibiydi benden.  “Bir hayat daha yaşamaya var mısın benimle?” demişti, “Tekrar hissetmeye var mısın?”. Ben ise usulca yanıtı fısıldadım kulağına “Neden olmasın?”.

(Visited 311 times, 1 visits today)