Her şey bir rüyaydı…

Güne penceremdeki kuşların cıvıltısı ve kahve kokusuyla uyandım. Bugün karantinaya gireli tam iki yıl oluyor. İki yıl önceki pandemiden sonra her şey yoluna giriyor derken aslında onun daha büyük bir hastalığın belirtisi olduğu ortaya çıktı. O günden beri de herkes evlerinde hayatta kalmaya çalışıyor.

Uzun zamandır bir fincan kahveden ibaret olan kahvaltım annemin çığlığıyla bozuluyor. Hiddetle aşağı inen annem gözlerinde yaşlarla tek bir kelime etmeden evi terk ediyor. Bir ay sonra babamın bir saldırıda öldüğünü söylüyorlar. İçimden “Bunu benden gizlediklerine inanamıyorum!” diye çığlıklar atarken her şeyin ne kadar hızlı geçtiği kafama dank ediyor. Fark ediyorum ki bu da geçecek ve sonunda onca olana rağmen gülümseyeceğim, ne bencillik ama! 

Babam gittikten sonra hiç bir şey aynı olmuyor demeyi ne kadar çok isterdim ancak gerçek acı ve dürüst, her şey kaldığı yerden devam ediyor: Yine aynı sabaha kalkıyorum, aynı tatsız kahveden içiyorum. Annemin kafayı yemesine ramak kalmışken ben soğukkanlılıkla hapis hayatıma devam ediyorum. 

Beni rahatsız eden şey dile kolay iki yıl evde tıkılı kalmaktansa çocukluktan beri bize planlattıkları geleceği yaşayamayacak olmak. Onca uğraş, onca çaba, sınav, stres… Artık onların bir önemi yok çünkü istediğimiz gelecek diğer insanlarla var olabilir. İşe girmek istersin seni işe alacak insan lazım, sevebilecek bir insan istersin… 

Neyse ki yanımda kitaplarım var, delirmek yerine kitap okuyorum, kitaplarda öğrendiklerimi deftere yazıyorum, deftere yazdıklarımla hikaye oluşturuyorum. Koridorda yürürken tam da yeni hikayem için karakterler arıyorum. Kapı uzun zamandır tekrarlamadığı sinir bozucu melodiyi kulağıma ulaştırıyor. Kapıyı açınca önümdeki karşısında küçük bir kriz yaşadıktan sonra  en yakın arkadaşımı içeri davet ediyorum. 

Yine uzun zamandır konuşmadığım arkadaşım bana bir hediye uzatırken bir şey içip içmediğini soruyorum. Kafasını sallıyor ve konuya giriyor. Geliş amacının bana bir mektup vermek olduğunu söyledikten sonra pembe bir zarf çıkarıyor. O ayrıldıktan sonra açmamı tembihliyor ve sonunda evden gidiyor. Heyecanla karışık bir kuşku eşliğinde zarfı açıyorum. Zarfta tek bir cümle yazılı: “Babanı sen öldürdün.”.

Nefes nefese kalıyorum, bunun benimle ne alakası var? Ancak daha sonra buğulu anılarım netleşiyor. Babam kanlar içinde önümde yatıyor. Benim elimde bir meyve bıçağı… Hayır,hayır,hayır, olamaz! 

Gözlerimi açtığımda bir sinema odasındayım. Gördüklerim karşısında dehşete düşen ben bu yeni sinema sisteminin gerçekliği karşısında savunmasız kalıyorum. Yan koltuktaki çantamı almadan önce kafamdaki vericileri çıkarıyorum. Ne güzel filmdi!

(Visited 70 times, 1 visits today)