Merhamet Olmasa

Geçen gün Türkçe dersinde öğretmen bize çeşitli kitaplar hakkında bilgi veriyordu. Ancak ben dersi dinlemiyor hemen yanımdaki pencereden dışarıya bakıyordum. Sokak hayvanları, okulun hemen önüne yeni açılan kafeye doğru yürüyen üniversite öğrencileri, kendi elleri ile yaptıkları kolyeleri ve bileklikleri satarak para kazanmaya çalışan seyyar satıcılar ve onları kovalayan zabıtalar… Okul duvarlarının arkasında görülenden apayrı bir hayat vardı. Derken öğretmen bana seslendi. Fakat ben duymuyor ve koşuşturan iki zabıta ile seyyar satıcıları izliyordum. Bir zabıta satıcılardan birini yakaladı. Satıcı ve zabıta bir an göz göze geldiler. Zabıta bir süre sonra onu bıraktı. Hem de hiçbir şey yapmadan. Hiçbir şey anlamamıştım. Zabıtanın onu cezalandırması gerekiyordu. “Neden bıraktı?” diye düşünüyordum. Fakat düşüncelerim şekillenmeden öğretmenin bağırması ile irkildim. Defalarca uyarılmış fakat farketmemiştim. Özür dileyip derse katıldım. Konu Peyami Safa’nın “Canan” adlı kitabında yazdığı “Kimse kimseye acımasaydı, hiçbir insan acınacak halde bulunmazdı.” sözüydü. Anlamamıştım. Bunu söylememe kalmadan öğretmen “merhamet” dedi. Ancak zil, devam etmesine engel oldu. İlk kez Türkçe dersinin bitmesine üzülmüştüm. Ancak beni teselli eden o dersin günün son dersi olmasıydı. Okuldan çıkınca metro durağına doğru yürüdüm. Ders sırasında dışarıda gördüklerim beni çok etkilemişti. Yürürken ücra bir köşede yatan bir deri bir kemik kalmış bir köpek ve ona yardım etmeye çalışan insanlar gördüm. Durağa vardığımda ise yerde oturan üç adam görmüştüm. Açlıktan ayakta duracak halleri kalmamış, yırtık ve yamalarla dolu kıyafetleri ile oturmuş dileniyorlardı. Bütün gün bunları düşünüp durdum. Yatarken aklıma öğretmenin söylediği kelime geldi: “merhamet”. Kendi kendime “Acaba merhamet diye bir şey olmasaydı ne olurdu?” dedim. Sonra gözümü kapattım. Gözümü açtığımda, okulda camdan dışarı bakıyordum. Aynı zabıta yine aynı satıcıyı yakalamıştı. Ama bu sefer bırakmaya niyeti yok gibiydi. Zabıta satıcının kolundan tuttuğu anda satıcı zabıtaya tekme atıp kaçmaya başladı. Zabıtaysa olduğu yerde kalakaldı. Okuldan çıkınca durağa doğru yürürken aynı köşede aynı köpeği gördüm. Ama bu sefer yatan köpek yanına yaklaşan her şeye öldürürcesine saldırıyordu. Yanına bir kuş kondu. Sonra köpek bir anda saldırdı. Olayın devamını izlemeyi midem kaldırmayacağından yoluma devam ettim. Durağa vardım. Adamların ikisi orada oturuyordu. Biraz rahatladım. Ama diğer adam yoktu. Etrafa bakındım. Yaklaşık yirmi metre ileride bir hareketlilik vardı. Bakmak için o tarafa doğru yürüdüm. Bir de ne göreyim? İlk gördüğümde insanlara dua eden adam, bu sefer bir kadının çantasını almaya çalışıyordu. İçimden “Kabus gibi” dedim. Sonra kaçmaya çalışan adam bana çarptı ve yere düştüm. Refleks olarak gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda ise yatağımda yatıyordum. Önceden söylediğim gibi bu bir kabustu. O an anlamıştım. Merhametsiz bir dünya düşünülemezdi. Hemen sol tarafımdaki sehpanın üzerinde “Canan” adlı bir kitap duruyordu. Akşam annem o kitabı okumuş ve oraya bırakmıştı. Ben de o rüyadan sonra Peyami Safa’nın sözünü çok daha iyi anlamıştım. Artık derste dışarı bakmak yerine bulduğum kitabı okuyordum.

(Visited 270 times, 1 visits today)