Mürekkep Değmemiş Pasaport

Yeni ülke, yeni maceralar, yaşanılacak birçok yeni anı kazanılacak arkadaşlıklar, değişecek favoriler, değişen düzen… Uçaktan adımımı attığım anda aklıma firar eden ve beni uzun bir süre rahat bırakmayan  düşünceler bunlardı. Pasaportumun mürekkep değmemiş o tertemiz, maceraya aç, sevgiye hasret, heyecandan uzak sayfalarında yeni bir hayata başlatıyordum. Polis ismimi söylediğinde yüzüne baktım o da sanki eski bir dostuyla karşılaşmış gibi bir süre beni süzdü sonra da birkaç dakika yüzüme baktı. Bilgileri kontrol etti ve daha sonra geçmeme izin verdi.

 

Havaalanından çıkıp, yeni taşınacağım – eşyalı – evin sahibini aradım. Evin detaylı adresini istedim ve oraya gelmek üzere olduğumu belirttim. Roma’da bulunan havaalanından şehir merkezine olan otobüse bindim. Yaklaşık bir saat süren sessiz yolculuğumdan sonra sıcak bir Roma gününe denk gelmiştim. Şans benden yanaydı, yeni ülkemde şimdilerde yeni favorim olan eskiden aramızın o kadar da iyi olmadığı yaz aylarından birindeydim.  Arabaların egzoz dumanlarının sardığı tren garının önünden,yürümeye başladım. Bu dumanların bile benim için keşfedilmesi gereken anlamları vardı. Her bir duman başka bir maceranın kapısını aralamama yardımcı olacak bir anahtardı. Etrafımda sarılan çiftler, birbirinden ayrılan aileler, hüzünlü bir ortam. Onların yanından geçerken ailem aklıma geldi. Onları nasıl bıraktığım aklıma geldi. Gözlerimin içine bakışları. 

Gitmeden önce abimin bana verdiği bir şiiri hatırlıyorum hep. 

 

Ayrılık, demir çubuk gibi sallanıyor havada

Çarpıyor yüzüme yüzüme

Sersemledim

 

Kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni

Yolu yok elinden kurtulmanın

Dizlerim kesildi, yıkılacağım…

 

Ayrılık, zaman değil, yol değil;

Ayrılık, aramızda bir köprü…

Kıldan ince, kılıçtan keskin.

 

Kıldan ince, kılıçtan keskin;

Ayrılık, aramızda bir köprü.

Seninle diz dize otururken de..

 

Eve yaklaştığımda aradım. Binaya girdim, girmemle birlikte yüzüme vuran apartman soğuğuyla serinledim. Şaşırmıştım. Resmen bir anda mevsim değişmişti. Üçüncü kata çıktım. Roma şehir merkezinin tam ortasında eski, çok yaşanmışlığı olan bir binaydı. Birkaç defa restore edildiği çok belliydi. Kapıyı çaldım. Tatlı, orta yaşlı bir kadın açtı. Bana binayı anlattı, evde bilmem gereken şeyleri gösterdi, anahtarları verdi ve gitti. Birkaç yerin tarifini verdi, nelerde alışveriş yapabileceğimi anlattı. Yerel halkın bildiği, ama turistlerin bilmediği şeyleri söyledi. Eve girdim, biraz eskiydi, eşyalar da eskiydi. Eskimiş eşyaların kokusu burnuma geldiği anda Kadıköy’deki babaannemin evini hatırladım. Evinde birçok eski eşya vardı. Ağaçtandı. Doğaya bu kadar aşık olan benliğim için adeta bir kaçış rampasıydı bu ev. Bu evde de aynı o şekilde birçok eşya vardı. Buzdolabını kontrol ettim eksikleri bir kağıda yazdım ve markete gitmek için yola çıktım.

 

Market yolunda gördüğüm bir çiçekçiden çiçek aldım. Yeni evim için kendime hoş geldin hediyesiydi bu. Market alışverişi yaptıktan sonra eve tekrar döndüm. Merdivenleri, elimdeki poşetlerle zar zor çıkmıştım. Havanın da sıcaklığı ile birlikte iyice yorulmuş aynı zamanda da yol yorgunuydum. Yeni hayatım yoğun başlamıştı. Anahtarımı çıkardım, eve girdim. Anahtar ve kapı da eski olduğu için açarken biraz zorlandım, ama sonunda eve girmiştim. Yaptığım alışveriş eşyalarını yerleştirdim. Bir sürü taze meyve aldım. Onları yerleştirirken kapı çaldı. Açtığımda ise kimden geldiği belli olmayan bir zarf vardı ve içinde ‘’ İsmini ve ülkeni değiştirmenin işe yaradığını düşünüyorsan, yanılıyorsun.’’ yazıyordu. O an ne yapacağımı şaşırdım. 

(Visited 30 times, 1 visits today)