Özgürlük, Sınırları Aşmak ve Cesaret Gerektirir

Hepimiz “Dünya” adını verdiğimiz bir gezegende yaşıyoruz. Kendimizin inşa ettiği betondan yapma evlerde yaşıyor, işimize veya öğrenim görüyorsak okulumuza, lisemize, üniversitemize gidiyoruz. Yemeğimizi yiyor, dışarı çıkıyor, ne giyeceğimize karar veriyor, oyun oynuyor, alışveriş yapıyoruz… Bazen sinirleniyor, bazen üzülüyor, bazen de seviniyoruz. Başka bir değişle hepimiz bir şekilde kendi verdiğimiz kararlarla kendi hayatımızı yaşıyoruz ve bu yaşantımızda büyüdükçe hayatının başka evreleriyle karşılaşıyor, yeni deneyimler, yeni öğretiler öğreniyoruz. Sırası geliyor hedeflerimiz, amaçlarımız oluyor. Aslında satranca ne kadar da benziyor hayatlarımız. Bir bakıma hepimizin taşları var, siyah ve beyaz kareleri var, piyonları, filleri, atları yani kararları ve eyleme geçme olasılıkları belki de niyetleri var. Fakat işin aslında çok önemli bir baş aktörümüz var, ne kadar istesek isteyelim onsuz bir piyonumuzu bile kıpırdatamayacağımız bir aktör: Özgürlüğümüz!

Özgürlük, nereden bakarsanız bakın çok göreceli bir kavramdır. Kimisi için duştayken hem şarkı söyleyip hem de müzik dinleyebilmek, kimisi için bir araba sahip olmak, kimisi için de sadece olmasını istemediği şeylere “hayır” diyebilmektir. Daha genel ve üzerinde durulabilir bir tanım gerekirse; özgürlüğümüz, elimizin ne kadar uzun ve güçlü olduğudur. Basit bir mantıkla, taşlarımızı ne kadar uzağa götürebileceğimizdir. Özgürlüğümüz ve genel anlamıyla özgürlük, çok ucuz ve bol keseden dağıtılabilir bir şey değildir, çünkü özgürlük kolay kazanılmaz. Biz kişisel anlamdaki özgürlüğümüzü büyürken kazanırız. Bir çocuğun ilk kez harçlık alması, ilk taksi deneyiminiz veya ilk maşınız emsal teşkil edebilir. Velhasıl, bu deneyimler bize yeni olanakların kapısını açmıştır. Ama bir şeyin de atlanmaması lazımdır ki, özgürlük her zaman bir bedel, bir gayret, bir mücadele sonucundan ve en önemlisi de cesur hamlelerden elde edilir. Eğer ellinizin yanacağını veya kesileceğini göze alamazsanız, hiçbir zaman ne yemek yapmayı ne de bıçak kullanabilmeyi öğrenirsiniz. Sakatlanmayı göze almazsanız, bedeninizin sınırlarını zorlayamazsınız. Sonuç olarak da ne bedeninizin özgürlüğüne ne de mutfağınızın özgürlüğüne kavuşabilirsiniz. O zaman anlamalıyız ki, özgürlük hiçbir zaman ucuz olmamıştır, tıpkı kurtuluş savaşını kendi bağımsızlıkları için canlarını veren atalarımıza, milletimize ucuz olmadığı gibi. İşte bu düşünce, yani kaybetme korkusu, bizim özgürleşmemizi zorlaştırabilir. İnsanın “konfor alanı” olarak tanımlanan alışa geldiklerinden ayrılarak uzak diyarlara açılmasını engelleyebilir. Bazen oturur düşünürüz: “Neden bunu yapıyorum, neden özgürleşememiş sınırlarımdan memnun kalamıyorum?” Kendimizce çok haklıyızdır da, sonuçta aptallıktır elinde kalanı riske atmak. Aptallıktır cesaret, her zaman cezalandırılır cesur olanlar. Başarının güvencesi yoktur, kimse kaybedeceklerinizi geri vermeyecektir. Yol uzundur ve hoyrattır, siz ise sadece narin bir gül.

Öylece otururuz biz de, sallanır yapraklar rüzgârla. Canımızı yakar özgür olmak, sefalet iyidir ve kabullenmeliyizdir bunu. Gömeriz isteklerimizi hayallerimizi. Ya da bazen çok ağır gelir onları gerçeğe taşımak. Uzun bir süre, Sallanır dururuz öylece. Haftalarca, belki yıllarca. Ta ki, onlar parıldamaya, yeri göğü sarsmaya başlayana dek. Cihanı sallamaya başlarlar adeta. Toprağı yararak gömüldükleri yerden geri çıkar ve haykırırlar size dönüp: “Buradayım işte, gel beni al!” İşte tekrar anlarsınız içinizdeki tutkuyu. Onlar ve siz, özgür olmak için yaratılmışsınızdır. Çevreniz örülen duvarlar küçülür, ufacık oluverirler birden. Yollar kısalır ve hayat bulur içinizdeki cesaret. Siz de eşlik edersiniz: “Evet, sizler için buradayım! Ben size aitim, siz de bana.” Çünkü doğru cevaba ulaşmışsınızdır. Kazanılacak bir maç sizi bekliyordur. Evet, kolay olmayacaktır ama taşlarınız da emrinize amadedir bu yolda. Ne olursa olsun siz ilk piyonu ileri sürersiniz. Çünkü siz, hür olmayı ve getireceği tehlikeleri, köleliğin sakinliğine tercih etmişsinizdir.

(Visited 53 times, 1 visits today)