Sömestr

                                                    

Okul bitti. Karneler alındı ve on beş günlük tatil serüveni başladı. Nereye gitsek diye sorular sorarken sorularımız cevabı memleketimiz oldu.

Trabzon’a daha önce 3-4 sefer gitmiştim fakat bu sefer oranın gezilecek görülecek yerlerini de keşfettim. Her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlayan bu şehri görmek, insanlarıyla tanışmak, yemeklerinden yemek, yaylalarında gezinmek, tarihini ve kültürünü keşfetmek benim için apayrı bir deneyimdi. Muhteşem doğası, köklü tarihi, kendine has kültürü ve tadına doyulmaz lezzetleri ile Trabzon, Doğu Karadeniz’in en sevilen şehirlerinden biri. Biz, Çaykara’da dedemin evinde kaldık. Dedemin çocukluğunun geçtiği evi görmek, oraya ait olduğumu hissettirdi. Karadeniz ve Zigana Dağları arasında uzanan bu güzel şehir tarihi manastırları, konakları, camileri ve müzeleri ile cennetlik bir yer sunuyor. Biz önce Trabzon Kalesini gezdik. Trabzon Kalesi, Trabzon merkezinde, şehrin en yüksek kesimindeki kale, Trabzon’da günümüze en iyi durumda ulaşabilen eserlerin başında gelmektedir. Tarihi mekânlar ama yıllardır ihmal edilmiş oysa bakımı yapılarak turizme kazandırılabilir. Fakat surlar, siz şehrin içinde dolaşırken tarihini hissettiriyor. Ertesi sabah ziyaretimiz Trabzon Şehir Müzesine oldu. Müze, Trabzon’u anlatan en güzel yerlerden biri. Trabzon’a gelince ilk önce buraya gelmelisiniz. Trabzon’un önemli tarihi yerlerini anlatıyor. Halkını kültürünü yöresel yemeklerini anlatıyor. Memleketim hakkında en çok bilgiye burada sahip oldum. Sonraki sabah Uzun göl de yemek yedik. Zaten Uzun Göl’e yakın oturuyorduk. Güneş, büyük beyaz bulutların arasından, yeni ıslanmış olan toprağı ısıtmak için kendini gösteriyordu. Toprak, nefis bir şekilde kokusunu etrafa yayarken, ağaçların yaprakları rüzgâr esintiyle dans ediyordu. Ağaçlar, birbiriyle arkadaş olmuş gibi sırayla dallarını eğip büküyordu. Ağaç diplerinde papatyalar, başını eğer gibi sallanırken, aralarında dolaşan kedi ve kirpiler birbirlerinden habersiz etrafı izliyordu. Toprak çimenle kaplı ve ıslaktı. Kuruması için Güneş bastırıyordu, hayvanlar doğayı içlerine çekiyordu. Lakin Uzun göl doğa ile olan bu iç içmeliğini günden güne kaybetmekte. Gölün çevresine kurulan yerleşim yavaş artmakta. Günün gecesinde sahile indik. Uçsuz bucaksız bir deniz ortasında, dalgalarla boğuşup, ufukları izlerken bir geçmiş geçsin diye bekliyordu. Bir adam denizin ortasında sandalla ilerlerken rüzgârla mücadele etmek için elbisesini çıkarıp yelken yapmıştı. Karadeniz’in hararetli dalgalarıyla boğuşuyordu.

Ankara’ya döneceğimiz son gün içimi kapkara bir duman kaplamıştı. Burayı bırakmak hiç istemiyordum. Dört günde bağlanmıştım şehrime. Evime girer girmez en kısa ne zaman memleketime gidebilirim diye düşünmeye başladım. Kafamdan atmak hiç kolay olmayacaktı artık.

 

(Visited 155 times, 1 visits today)