Günlerden cumaydı. Sabahtan başlamıştım işe. Ustam bugün önemli bir müşterinin geleceğini söylemişti, açık konuşacak olursam çok heyecanlı değildim. Zaten her gün araba tamir ederdik, bugünün ne farkı olabilirdi ki? Olabilirmiş. Müşterimiz kapıdan içeri girdi, her tarafı ayrı bir güzeldi: dalga dalga saçları, ojeli tırnakları… Aşık olmamak elde değildi. Kendi kendime düşündüm: Belki bugün o kadar da sıradan olmayacaktı.
Kendimi kaptırmışım, ustamın takımları almamı istediğini ancak üçüncü söyleyişinde duyabildim. Hızlıca gittim ki hızlıca döneyim, onunla daha fazla vakit geçirebileyim. Takımların olduğu dolabın üstünde, birkaç hafta önce bitirdiğim romanı gördüm: Cildi parlaktı, kalındı ve gayet de pahalı bir kitaptı. “Tamirci Çırağı” adındaki bu roman; yine böyle bir durumda, böylece güzel birinin benim gibi bir çırağa aşık olmasını anlatıyordu. Birkaç saniye bakıştık kitapla, sonra ise geri dönmem gerektiğini hatırladım. Koşa koşa döndüm ancak müşteri orada değildi: Arabayı bırakıp önemli bir toplantıya yetişmek için taksi çağırmış. Üzüldüm üzülmesine, gözümden yaş gelecekti belki ama sonuçta yarın tekrardan gelecekti, o zaman tekrar karşılaşacaktık onunla.
Ustamın ısrarlarına rağmen gece de orada kalmıştım. Bu arabayı yeni gibi yapacaktım ben, kimse beni geri tutamazdı bu konuda. Gece gündüz demeden çalıştım ve gerçekten de ortaya mükemmel bir iş koydum. Yorgundum ama uyuyamazdım, daha hazırlanmam lazımdı.
Ustamın gözlerine baktım, ısrar ettim bugün tulumlarımı giymemek için. Durumumu anlamış olacak ki çok sorgulamadan izin verdi. En sevdiğim gömleğimi ütülerken onun o yemyeşil gözlerini hayal ettim, arkası puslu aynamda saçlarımı tararken ise o hilal kaşlarını… Evet, bugün geri gelecekti arabasını almak için; ben de hazırdım onu karşılamaya. Çok heyecanlıydım, o roman belki de gerçek olacaktı bugün!
Kapıdan içeri girdiğinde zaman adeta durdu, gözlerim onun üzerinden ayrılmadı. Giydiği upuzun eteğiyle, taktığı o güneş gözlüğüyle her zamankinden daha güzeldi. Yavaşça yaklaştı, ayakkabıları yere tak tak vuruyordu. Sonunda arabasının anahtarını teslim almak için önümde durdu. Onu karşımda gördüğümde kalbim yerinden çıkacak sandım. Hızlı hareketlerle, bir yandan da heyecanımı gizlemeye çalışarak ona anahtarı verdim. Yüzündeki soğuk ifade beni bitiriyordu, onun ilgisini çekmem gerektiğini düşündüm. Hemen arabanın yanına geçtim, gece pırıl pırıl ettiğim kapıyı açmak üzere elimi kapı kolunun üzerine yerleştirdim. Ustam uzaktan izliyordu, belki de beni onunla yalnız bırakmak istiyordu. Bu ihtimali düşününce gülümsemeden edemedim, “Ustam be!” dedim kendi kendime.
Arabanın kapısına yaklaştığında kolu yavaşça kendime doğru çektim. Bakışlarımız birleşti, bir anlığına da olsa onun gözlerinde bir çiçek bahçesi görür gibi oldum. Adeta hipnotize edici etkisinden kurtulduğumda ise çatık kaşlarını fark ettim. “Sen kimsin be serseri!” diye bağırdı, kapıyı vurdu, gaza bastı. Yerimden kımıldamadın, kımıldayamadım; arabanın egzozu adeta boğuyordu beni. Halbuki beni gerçekten boğan şey aşk acısıydı.
Ustam yaklaştı, elinde gözümdeki yaşları silmem için bir mendil ve giymem için tulumlarım… Sırtıma vurdu birkaç kez, teselli edermişçesine. “İşçisin sen, işçi kal be oğlum! Giy hadi tulumları.” dedi kulağıma yaklaşarak. Ağır ağır doğruldum. Tulumlarımı giymeye giderken duvarda gördüğüm posterdeki iri şapkalı, koca bıyıklı ve koca yürekli adam; “karaca” gözleriyle halimi anlarmışçasına bana gülümsüyordu.
