Yansıma Evren

O gün izlediğim belgesel bir türlü aklımdan çıkamıyordu. Belgesel paralel evrenler hakkındaydı. Sunucu fikirlerini televizyon karşısındaki öğrencilerine aktarırken delirmiş gibiydi. Elleri her bir cümlesinin başında beyaz ve deneylerinde her tökezlediğinde bir avuç daha yolduğu saçlarına gidiyor, her bir cümlenin sonucunda da ya tahtada bir şey gösteriyor ya da beynini işaret ediyor oluyordu.

İşte bu adam kanalları eğlenceli bir şey bulma umuduyla değiştiren benim iki saniyede dikkatimi çekmeyi başarmıştı. İçimdeki bilim ateşi ortaokulda fizik öğretmenim sayesinde tutuşmuş, okuduğum kitaplar ve dergiler sayesinde zamanla körüklenmişti. Son zamanlarda bu ateşi besleyecek yeni bir yakıt bulamadığım için canım sıkılıyordu. Kim bilebilirdi öylesine kanalları değiştirirken karşıma çıkacak bir programın bu kadar dikkatimi çekeceğini.

O gece sabaha kadar paralel evren terimi hakkında araştırmalar yaptım. Diğer bilim insanlarının düşüncelerini, çalışmalarını okudum. Sonuç olarak her konuda olduğu gibi bu konuda da insanlar gruplara ayrılıyordu. Tahmin edebileceğiniz bu gruplardan birisi paralel evrenlerin gerçek olmadığını savunuyor ve bu konu hakkında araştırma yapmayı veya diğer insanların düşüncelerini dinlemeyi reddediyorlardı. Bu gruba “Korkaklar” ismini verdim. İkinci grup paralel evren kavramın var olabileceğini savunsa da bu paralel evrenlerin sadece soyut fikirler olduğunu savunuyorlardı. Yani onlara göre bir evren gerçekti, yaşadığımız evren, diğerleri de sadece düşüncelerimizin var olmasını sağladığı “hayal evrenleri”ydi. Ben bu tür insanları “Hayalperestler” olarak çağırıyordum. Son olarak da paralel evrenlerin gerçek ve somut olduğunu, dolayısıyla da evrenler arasında seyahat etmenin mümkün olduğunu savunan insan topluluğu geliyor. Bu topluluğa da “…” diyordum. Ben mi? Ben “…” grubundayım.

Bu araştırmamın sonucunda kendime bir söz verdim: Ne olursa olsun bir yolunu bulup paralel evrenleri gezecektim. Sadece on saniyeliğine de olsa başka bir paralel evrene gitmek, eğer solunabilir bir havası varsa solumak istiyordum.

Aradan yıllar geçti. Hesaplarım hiçbir şekilde işe yaramıyordu. Birkaç günlük hayatını aynı ışık kaynağının etrafında dönerek geçiren bir sinekten hiçbir farkım yoktu. Yaptığım şeylerin hiçbiri işe yaramıyor, deposu boşalmış bir araba gibi paralel evrenlere giden yolun ortasında kalakalmıştım. Yine oturmuş, çalışma masamın önünde kafamı kaldırmış tavandaki yıldız süslemelerini izliyorken çalan kapı ile kendime geldim. O sırada fark ettim, dışarısı karanlıktı. Saate baktım, sabahın üç buçuğuydu. Masanın yanında duran el yapımı silahı aldım. Silah birçok filmde olduğu gibi baston şeklindeydi ama o zamana kadar hiç denememiştim. En azından işe yaramazsa savunma aracı olarak kullanabilirdim.

Sessizce kapıya yaklaştım ve kapı deliğinden dışarı baktım. Kimse yoktu. Kapının hemen solundaki odaya gidip kameraları kontrol ettim. Yakınlarda herhangi bir yaşam formuna ait bir belirti göremeyince gidip kapıyı açtım. Yerde bir mektup duruyordu. Eski çağlardan kalmaya benzer bir mühür ile mühürlenmişti. Kırmızı mühürün üstünde aynada kendi yansımasına bakan bir adam resmi vardı. Kapıyı kapatıp koşar adımlarla çalışma odama gittim.

Çalışma odama girdiğim gibi sağ tarafımda duran dolaptan mektubu açmak için kullanabileceğim bir bıçak aldım. Mektubu masaya koydum ve meraktan yanlışlıkla mühürü kazıyacağıma mektubu ikiye ayırdım. Bir süre iki parça halinde duran mektuba baktıktan sonra içindeki kağıdı çıkardım. Üstünde yazanlar kısa ve özdü: “Ne ile ilgilendiğini biliyorum. Sana iki seçenek sunuyorum: Ya bu işin peşini bırakırsın, bırakmazsan da bırakmanı sağlarım, ya da aşağıdaki kodu çözer ve cuma gününe kadar beni bulursun.”

Mektubu ilk okuyuşumdan sonra dakikalarca olduğum yerde durmuşum. Kendime geldiğimde düşünceler fırtınanın ortasındaki bir gemiyi devirmeye çalışan dalgalar misali aklıma hücum ettiler. Ne yaptığını biliyorum… Paralel evrenler hakkındaki çalışmalarımdan mı bahsediyordu? Ama bu mümkün değildi. Bundan kimseye bahsetmemiştim ve bunun sebebi kesinlikle kimsem olmadığı için değildi. Düşüncelerimden kurtulduktan sonra yazının altındaki şifreyi çözmeye koyuldum. Bir zamanlar ilgimi çeken kriptoloji bilimi sonunda bir işime yarayacağı için keyfim biraz yerine gelmişti ama mektupta yazanlar da aklımdan çıkmıyordu.

Şifreyi çözmem sadece yirmi dakikamı almıştı. Görünüşe bakılırsa mektubu yazan kişi ya beni adam yerine koymuyordu ya da benimle hızlıca tanışmak istiyordu. Uykumun geldiğini o sırada fark ettim. Sandalyeden kalktım ve yavaşça yatak odama doğru gittim.

Gece cam kırılma sesi ile uyandım. Ses banyodan gelmişti. Cam kırılma sesinden çok geldiği yer beni korkutmuştu. Bunun sebebi banyoda dışarıya bakan hiçbir cam olmamasıydı. Yani ses ya aynadan gelmişti ya da banyoda bulunan başka bir cam eşyadan. Bastonu yerden almak için elimi yatağın yanına uzattım. Baston orada değildi. Elimi deliler gibi sallamama rağmen elime bir gazların karışımından oluşan havadan başka bir şey gelmiyordu. O sırada hatırladım ki baston kamera odasında kalmıştı. Mektubu aldıktan sonra o heyecanla orada unutmuş olmalıydım. Yapacak bir şey yoktu. Yataktan kalktım ve banyoya yöneldim.

Banyoda hiçbir şey yoktu. Ne yerde kırık cam parçaları ne de bir canlı… Sadece ben ve aynadaki yansımam. Sonra bir anda ruhum bedenimden ayrıldı. Şimdi dünyaya sınırları olan bir bedenden bakmıyordum. Diğer ruhlar gibi dışarıdan izliyordum. Gördüğüm manzara bana bir yerden tanıdık geliyordu. Bir adam aynadaki yansımasına bakıyordu. Ama bir terslik vardı. Yalnız değildim, bunu hissedebiliyordum. Evimde sınırlar içinde yaşayan başka bir ruh daha vardı. Dikkatlice bakınca bedenimin aynadaki yansımasının kendiliğinden hareket ettiiğini fark ettim. Bedenime geri dönmem ve uzaklaşmam gerekiyordu ama başaramadım. Karanlık, bir karadelik misali beni içine çekti. Önce beni, sonra etraftaki ışıkları ve en sonunda da kütlesi olan her şeyi çekmeye başladı karanlık. Son gördüğüm şey aynadan yavaşça çıkıp bedenime yaklaşan yansımamdı, tabii artık yansıma olarak adlandırılabilinirse.

Terler içinde uyandım. Güneş ışığıyla perdelerin arasından yüzümü okşuyordu. Daha demin gördüğüm rüyayı anlamlandırmaya çalışıyordum. Hayır, bu bir düya değildi. Rüyadan öte bir hatıra gibiydi. Rüya dediğin şeyi uyanınca istesen de hatırlaman çok zordur. Ama daha demin gördüklerim… Her bir karesi istemesem de hala gözlerimin önündeydi. Ayrıca o sırada yaşadığım korku hissi de aynı derecede gerçekti. Ayrıca görüğüm görüntünün de nereden tanıdık geldiğini çözmüştüm. Bir adam aynadaki yansımasına bakıyordu. Bu gece elime geçen mektubun mührünün üstündeki resimle aynıydı. Bunu düşünerek zaman kaybedemezdim. Cevaplara ihtiyacım vardı, düşünmek artık bir işe yaramıyordu. Zaten halihazırda bulunan seyahat çantamı aldım ve koşar adımlarla dışarı çıktım. Arabama bindim ve adresi navigasyona girdim. Çok uzak değildi, bu şehrin trafiği ile en fazla bir saatlik yolum var görünüyordu.

Neredeyse kırk dakika sonra oradaydım. Bir depoya gelmiştim, eski bir kargo deposuna benziyordu. Hâlâ eski tankerlerin bâzıları park alanında duruyordu. Arabadan indim ve açık olan depo kapısına doğru yavaş ama emin adımlarla ilerlemeye başladım. İçerisi kapkaranlıktı. Telefonumu çıkardım ve fenerini açtım. Telefonumun feneri son ayarındayken bile içerideki bu yoğun karanlığı delmeyi başaramıyordu, en fazla iki adım daha ötesini görmemi sağlıyordu. Ayrıca bu ortamın havasında da bir şey vardı, kulağım tıkanmış gibiydi. Bir şey kulağıma baskı yapıyordu.

Karanlığa doğru iki adım attım. Sanki birisi benim biraz içeri girmemi bekliyormuş gibi, ben bir adım daha atınca deponun kapısı kapandı. Her korku filminde olduğu gibi bunun olacağını öngördüğümden korkmamıştım ama yine de bu depoda karanlık dışında hoşuma gitmeyen ve beni derinden rahatsız eden bir şey vardı. Sanki doğrudan ruhumu etkiliyordu. Ruhumu… Bu düşünce aklıma geldiği gibi gözlerim isteğim dışında fal taşı gibi açılıverdi. Bu hissi sabah gördüğüm değişik rüyada da hissetmiştim.

Ben bunları düşünürken önümde sıra sıra açılan ışıkları fark etmemiş olmam lazım ki karşımda duran adam sinirli bir şekilde boğazını temizleyerek beni kendime getirdi. Özel olarak yaratmaya çalıştığı bu ambiyans bozulunca sinirlenmiş olmalı ki hâlâ olduğum yerde durduğumu görünce yaklaşmam için bağırdı. İstemesem de yavaş yavaş yabancıya doğru yaklaştım. Aklımda onca soru varken nedense ağzımdan ilk çıkan soru “Sen kimsin?” oldu. Karşımdaki cübbeli adam da bunu bekliyor olacaktı ki “Gerçekten mi? Çok tahmin edilebilirsin.” dedi. Kabul etmek gerek, tanımadığın birisini ilk gördüğünde soracağın ilk soru olmak için biraz fazla klişeydi. Ben de ne ile ilgilendiğimi nereden bildiğini sordum. “Paralel evrenler ile ilgilenen ve bunun için bütün hayatını adayan tek kişi sen değilsin” karşılığını alınca aklım iyice karıştı. Bu sefer daha da sinirli bir şekilde “Sen kimsin ve niye benimle uğraşıyorsun? Yardımcı olmak istiyorsan niye mektuba öyle yazmadım?” diye sordum. Karşımdaki adam bu sefer kahkaha atmaya başladı. Kahkahasını ruhumda hissedebiliyordum. Bir süre sonra durdu ve sakince “Ben senim.” Dedi ve cüppesini açtı. Karşımda gerçekten de bana aynadaki yansımam kadar benzeyen birisi duruyordu.

Gözlerimi açtığımda çalışma masamdaydım. Etrafıma şaşkın gözlerle baktım. Demek yaptığım cihaz işe yaramıştı. Bir günlüğüne paralel evrendeki bir halimle yer değiştirmeyi başarmıştım. On dakikalık yer akıl değiştirme işlemini bir güne çıkarmayı başarmıştım.

(Visited 59 times, 1 visits today)