ZAMANIN YARALARI

Bazen hayat bize bir yol çizerdi. Ve bize hep bu yola uyulması gerektiği söylenirdi. Garip olan ise yolun aslında bizim çizdiğimizdi ve kendimizin şekillendirmesi gerektiğiydi. Fakat kimse bunu bu şekilde bilmezdi ve çoğu zaman kader der geçiştirirdik.  Bana ise hiçbir zaman kendi yolumu kendim çizmem için bir şans tanınmamıştı. Başkaları çizer ben rolümü oynardım. Ne de yanlış yapmışım demiyorum çünkü benim için doğru olan buydu. Asın hatam zaten bunu doğru kabul edebilmemdi.

Soğuğun cildimi iğne misali deldiğini hissettirdiği bir havada elimde yağmurdan ıslanmış bir kağıt parçası ve üstünde fil figürü olan bir kolyeyle izmirin ıssız sokaklarında yürüyordum. Gözyaşlarım kendini  yağmurun içine gizliyordu ve çığlık çığlığa süzülüyordu. Bense hala belli bir yolda değildim. Ya da en azından ben öyle düşünüyordum. Aklımdan çıkmayan çığlıklar düşünceme yer veriyordu. Bu duygunun beni yerle bir etmesine izin veremezdim ama duyduklarıma inanamıyordum. Aslında ben duyduklarıma değil de beklenmeyen insanlardan beklenmedik davranışlar aldığım için inanamıyordum. İnsanlar böyleydi işte. Çıkarcıydılar bir kere. Eğer istediklerini yapıyorsanız size dünyayı vaat edebilirlerdi. Ama onlarla ters düşen bir fikrinizi söylerseniz veya bir davranışta bulunursanız aslında o zaman gerçek yüzlerini görüyordunuz ama çok geç oluyordu.

Islak kağıt parçasını tekrardan kavradım ve okudum tekrardan. Sonra tekrar ve tekrar. Sonu yoktu ama gerçeği değiştirmiyordu. Giden her şekilde gidiyordu. Bu kağıdın benim için önemi yoktu her ne kadar annemden kalan en son şey olsa dahi. Üzgün olabilirdim ama bu gözyaşlarını sinirlendiğim için döküyordum. Bu kolye ise bana ne kadar çaresiz olduğumu bir kez daha hatırlatıyordu. Kendime kızdım. Duygusuz olmaya o kadar özeniyordum ki. Ben sadece annesini o  çocuk parkında kaybeden küçük kızdım. Her gün tekrardan kaybedecek olan o kendini bilmez kırgın kız.

Sabah gözlerimi büyük bir acıyla açtım. O kadar az uyumuştum ki gözlerim acıyordu. Kendime  kahve yaparak açılmaya çalıştım. Tekrar odama dönerken yerde dağılmış olan eşyalara dikkat etmediğim için ayağıma çarpan şeylerden dolayı yüzümü ekşittim. Ayağım sızlamaya başlamıştı bu yüzden yere sinirli bir şekilde çöktüm.  Evim küçük olmasına rağmen toplayacak veya düzenleyecek zaman bulamıyordum. O sırada kapı çaldı. Rahatsız bir şekilde yerimden doğruldum ayağım hala sızlıyordu. Kapıya geldiğimde bakma gereği duymadan açtım. Açtığım anda kalbimde çok derin bir sızı hissettim. Sanki nefes alamıyor gibiydim. Üstünden 3 yıl geçmişti ve ben zamanın yaralarımı iyileştireceğini düşünerek çok büyük bir hata yapmıştım. Hiçbir zaman yara kapanmıyordu. Her seferinde tekrar deliniyordu. Karşımda duran yüzle uzun uzun bakıştık. Ayaklarımı hissedemiyordum. Güçsüz düşmüştüm adeta. Annem. Geri gelmişti. Beni parçalara ayırıp gitmiş şimdi o parçaları gün yüzüne çıkarmak için geri dönmüştü.  Ben bir şey diyemeden bana öyle sıkı sarıldı ki bir an cidden öldüm sandım. İçimdeki özleme engel olamamıştım. O an ikizde yere çöktük ve ağlamaya başladık. İkimiz de konuşmuyor sadece ağlıyorduk. Zaman düşündüğümüz kadar masum değildi. Bizi var eden ve yok eden o ince ayrıntıda gizliydi aslında. Kendi yolumuzu da zaman çiziyordu. Ve var olmak için muhtaçtık buna.

zaman ile ilgili görsel sonucu

(Visited 47 times, 1 visits today)