Ben düşersem, sen elimi tutarsın, değil mi?

Bir sabah, uykunun en derin yerinden narin bir ışıkla uyandırıldım. Tavanı çatlak, duvarları kireç kokan bir odadaydım. Perdeler hafifçe dalgalanıyordu. Eski zamanlardan kalma bir rüzgârla uyanmış gibiydim.

Tam o sırada dışarıdan tanıdık ama garip gelen bir ses duyuldu.
“Bugün okul yok, Güneş… Ama ders var!”Sesi duyar duymaz kalbim daha hızlı atmaya başladı. Ayağa kalktım, pencereye koştum. Aşağıda, ceviz ağacının gölgesinde bir çocuk duruyordu. Başında güneş ışığını yansıtan bir parlaklık, gözleri Ege’nin sabahından ödünç alınmış gibiydi.“Atatürk” dedim, fısıltıyla. Yüzümde istemsiz şaşkınlığı gizleyemedim. Başını yukarı kaldırıp gülümsedi. “O kim?” dedi.”Mustafa ben Güneş.Hadi gel bir şey anlatmam lazım!”

Yanına koştum. Bahçeye vardığımda sardunyalar renk renk açmış, karıncalar küçük savaşlar yapıyordu. Ceviz ağacının gölgesine birlikte oturduk. Mustafa cebinden yassı bir taş çıkardı, kenarı kırıktı.“Biliyor musun,” dedi usulca, “bu taşı geçen hafta öğretmenime attım.”Donakaldım. “Neden?” diye sordum.

“Ders sırasında bana haksızlık ettiğini düşündüm. Önümdeki kâğıdı başkasınınkiyle karıştırdı. ‘Yine mi anlamamışsın’ dedi. O an herkesin içinde küçüldüm. Ama sonra… gece yatağımda düşündüm. Çok pişmandım. Ağladım. Annem duymadı ama babam fark etti.”dedi kafasındaki fesi önüne alarak. “Ne dedi?” diye sordum.Ağzından çıkan her sözü merakla dinliyordum.Hayranlıkla bakıyordum gözlerine.“Bir insan hata yapar, oğlum, dedi. Ama bir lider, hatasının altında saklanmaz. Önünde dimdik durur.”Başını eğdi. “Ertesi gün öğretmenimin yanına gittim. Gözlerinin içine bakarak ‘Özür dilerim’ dedim. Beni susturmadı. Başımı okşadı. Sadece… ‘Aferin Mustafa,’ dedi. Ama içimde bir şey hâlâ yanıyor.” Yutkundum. Kalbim sızladı. “İyi ki söyledin bana,” dedim.

“Biliyor musun Güneş,” diye devam etti. “Bazen herkes oyun oynarken, ben başka bir savaşa hazırlanıyormuş gibi hissediyorum. İçimde, sanki ileride büyük bir fırtına kopacak da, ben onu şimdiden duymaya başlamışım gibi.”Kafamı eğdim. “Korkuyor musun?” diye sordum.Sesim titriyordu.“Bazen… Ama daha çok yalnız hissediyorum,” dedi.

O an artık dayanamadım. Boğazım düğümlendi. Yanına kaydım, sarıldım ona. Küçücük bedeninde, sanki bir milletin kalbi atıyordu. Gözyaşlarım süzüldü. Sessizce, fark ettirmemeye çalışarak. Ama hissetti.“Ağlama Güneş…” dedi usulca. “Ben düşersem, sen elimi tutarsın değil mi?”Her zaman,” dedim. “Sen yürürken, arkanda gölgen olurum. Eğer bir gün herkes seni unutur gibi olursa… ben hatırlarım. O taşla başını eğdiğin günü, içindeki sızıyı, o ceviz ağacını… hepsini hatırlarım.”Küçücük elleriyle gözyaşımı sildi. “Sen de bir gün unutursan, buraya kazıdığımızı oku,” dedi.Elini ceviz ağacının gövdesine sürdü. Orada, henüz kurumuş bir iz: “M.& G. — 1889” O gece uykudan önce yıldızlara baktım. Sessizlikte onun sözleri çınladı kulaklarımda:“Ben düşersem, sen elimi tutarsın, değil mi?”

(Visited 11 times, 1 visits today)