Güneşi yüzümde hissettiğimde yavaşça gözlerimi açtım. Hemen yanımdaki pencereden dışarıya baktım. Pürüzsüz bir deniz vardı karşımda. Güneşin doğarken bıraktığı turuncu izlere bakılırsa, yeni doğmuş olmalıydı. Çevreme bakınmaya başladığımda evimde olmadığımı fark etmem uzun sürmedi. Yattığım yerden doğruldum ve başucumdaki masada bulunan bibloyu incelemeye başladım. Üstündeki detaylı ahşap oymalar bir aile şeklindeydi. Evin sahibine ait olmalıydı. Yatağımdan kalktım ve ketenden halının üstüne bastım. Duvarlar turkuaz çatı ise turuncuydu. Belki birini bulurum umuduyla evin odalarını gezmeye başladım. Telli balkon kapısından gelen deniz kokusu ile dikkatim dağıldı fakat kafamı sallayarak kendimi durdurdum. Ev 3 katlıydı. İlk kat benim uyandığım yatak odası, mutfak ve bir adet banyodan oluşuyordu. İkinci kata çıkan merdivenleri tırmanmaya konuldum ve bir anda kendimi derin düşüncelere dalmış, balkondan denizi izlerken buldum. Sahiden, ben buraya nasıl gelmiştim?
Aylardan Mayıs’tı ve şehrin kalabalık, sıkış tıkış, betondan oluşan, renksiz yapısı beni yormaya başlayınca bir çılgınlık yapıp yıllardır kimsenin gitmediği yazlık evimizi ziyaret etmek geldi aklıma. Tek problem, herkesin yazlığın hangi şehirde olduğunu bilmesi fakat kimsenin tam konumunu bilmemesiydi. Şehirdeki her yazlığı teker teker arayamayacağıma göre, annemi aradım. “Alo Anne? Bizim yazlığın tam ilçesini, mahallesini ya da herhangi bir detayını hatırlıyor musun?” Annem cevapladı: “Bir tek şehrini biliyorum fakat anneannenlerle konuşup senin için birkaç bilgi edinebilirim.” Biraz hayal kırıklığına uğramıştım doğrusu. En son yazlığa giden oydu ve eğer o hatırlamıyorsa, kimse hatırlıyor olamazdı. “Teşekkürler anne, bir şeyler öğrenebilirsen ara lütfen.” Annem olumlu bir ses tonuyla cevapladı: “Tamamdır.” Arabama atladım ve yazlığın olduğu şehre doğru sürmeye başladım. Ara sıra molalar veriyor, keyfime bakarak yolculuk yapıyordum. Kartımda cüzi bir miktar para vardı. Eğer yazlığı bulamazsam birkaç gece otelde kalmama yeterli olacaktı. Yoluma devam ederken bir anda telefonum çaldı. Arayan annemdi. “Alo? Bir şeyler öğrenebildin mi?” Annem cevap verdi: “Evet, yazlık … sokakta bulunuyormuş. Yanında da bir bakkal var oradan tanıyabilir dedi anneannen.” Sevinçle cevapladım “Çok teşekkürler annem. Varınca ararım.” Telefonu kapattım ve yolun kalanını duraksamadan gittim. Bahsettiği sokağın başına arabayı park etmek zorunda kaldım. Sokak oldukça dardı hatta iki arabanın aynı anda geçmesi mümkün değildi. Sokaktan aşağı yürümeye başladım. Mavi detaylı, Yunan usulü bir yazlık gördüm. Deniz ile arasında en fazla 3 adım vardı. Annemin bahsettiği bakkalın da tam yanındaydı. Aradığım yazlık bu olmalıydı.
Adeta bir cennetti burası. Yanımdaki denizin kokusu, martıların sesleri… Huzurun sembolüydü hepsi. Buzdolabını doldurmuş, bir süre burada yaşamaya hazırdım. Yanımdaki parayı içeriyi temizletmeye; yeni dekorasyonlar, kanepeler, çarşaflar almama yetti. İçerisi çok güzel olmuştu. Belki de yıllardır aradığım huzuru bulmuştum.
