“Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakalım.” Bu cümle, yalnızca söylenip geçilecek sıradan bir slogan değil; içinde derin bir özlem, büyük bir sorumluluk ve ne yazıkki yürek burkan bir gerçeklik barındırır. Çünkü yaşanabilir bir dünya, aslında hepimizin hayal ettiği ama adım adım uzaklaştığı bir cennettir. Oysa bu dünya, bir hayal olmamalı; çocuklarımız için kurulması gereken bir gerçek olmalıdır ve bunun için çabalanmalıdır.
Yaşanabilir bir dünya denince gözümün önüne önce gökyüzü gelir. Tertemiz, masmavi, bulutların dans ettiği bir gökyüzü… İçinde ne isli bir duman izi vardır ne de kararan simsiyah ufuklar. Sabahları kuş cıvıltılarıyla uyanılan, ağaçların gölgesinde kitap okunan, derelerin şırıl şırıl aktığı, çiçeklerin kokusunun rüzgârla yayıldığı bir dünya… Rengârenk kelebeklerin özgürce uçuştuğu, çocukların betona değil toprağa bastığı, stress attığı, yıldızların boğucu ve karmaşalı şehir ışıklarıyla değil sadece hayranlıkla seyredildiği bir yer… Aslında hep masallardaki gibi.
Ama yalnızca doğa bizim için yetmez. Yaşanabilir bir dünya istiyorsak, insanın insana güven duyduğu, sevgiyle yaklaştığı, kucak açtığı bir yerdir. Kalplerin kinle, kötülükle değil, merhametle, yardımseverlikle dolduğu bir toplum… Savaşların tarih kitaplarında birer utanç sayfası olarak kalmadığı, barışın gökyüzünde sonsuzluk sembolü gibi dalgalandığı bir dünya. Kimsenin açlıkla, yoksullukla, çaresizlikle sınanmadığı bir dünya düzeni. Herkesin eşit olduğu, sesinin duyulduğu, hakkını arayabildiği huzuz içinde bir hayat.
Böyle bir dünyada eğitim ışık olur, yeni ufuklar açar. Her çocuk, hayallerine ulaşabileceği bir yolda yürür. Okullar bilgiyle birlikte ahlâk, vicdan ve estetik duygusunu da aşılar. Bilim göğe yükselir, sanat kalplere dokunur, insanlara huzur ve mutluluk verir. Şiirler sokaklara karışır, melodiler pencerelerden taşar. Gençler yarını umutla bekler, yaşlılar geçmişi huzurla anar.
Teknoloji doğanın düşmanı değil, artık bir dostudur. Gökdelenlerin gölgesinde sıkışan insanlar yerine, ağaçların serinliğinde nefes, kötülüklerden uzaklaşan toplumlar vardır. Ulaşım doğa dostudur, enerji kaynakları temizdir. Şehirler beton yığınları değil; çiçekler, ağaçlar, kuşlar ve insanlar arasında kurulmuş birer uyum harikasıdır.
Ve en önemlisi, yaşanabilir bir dünya umutla yeşerir. Çünkü umut varsa, yarınlar da vardır. Çocuklar düş kurar, gençler o düşleri gerçeğe dönüştürür. Bizlerse onların gözlerinde bir parıltı, kalplerinde bir iz bırakabilirsek, işte o zaman gerçekten bir dünya bırakmış oluruz.
Unutmayalım ki bu dünya sadece bize ait değil, bu dünya hepimizin ve sonsuza dek böyle kalacak. Onu emanet aldık ve bir gün teslim edeceğiz. Öyleyse o emaneti, en parlak haliyle, tertemiz ve umut dolu bir şekilde çocuklarımıza bırakmak boynumuzun borcudur. Çünkü onlar, bizim en güzel şiirimiz ve geleceğimizin parlak birer yıldızımızdır.
