Sessizlikteki Sesler

  1. Bir sabah uyandığımda herkesin iç sesini duyabildiğimi farkettim. Gözlerimi açtığımda sadece gri gökyüzünü değil, hiç duymadığım ama bir şekilde varlığından emin olduğum cümleleri hissettim.

İlk başta bu sadece yoğun bir rüyanın etkisi gibi geldi. Belki hâlâ uykudaydım, belki de bir şarkının sözleri aklıma takılmıştı. Ama kapıdan çıktığım anda, sokağın sessizliğinde yankılanan ilk düşünceyi duyduğumda her şey değişti:

“Bugün de kimse fark etmeden geçip gideceğim. Ne önemi var ki zaten?”

Kafamı çevirdim. Cümle, önümden geçen bir kadına aitti. Yüzü ifadesizdi, ama içi… içi karanlık ve kesik cümlelerle doluydu. Dudakları kıpırdamamıştı. Ama zihni bana haykırmıştı.

Yavaş adımlarla yürümeye devam ettim. Kalabalığın ortasındaydım ama her kafanın içinde bir başka dünya vardı artık. Bir genç çocuk yoldan geçerken içinden “Bugün biri göz göze gelirse kendimi var sayacağım,” diye geçiriyordu. Bir başka adamın zihni, “Yine kendimi kontrol etmeliyim, bağırmamalıyım, ben kötü biri değilim…”

İnsanlar konuşmuyordu. Ama düşünceleri artık benimdi. Sokakta, otobüste, mağazalarda, herkesin zihni açıktaydı.

Zamanla anladım ki bu bir yetenek değil, bir yükmüş aslında. Herkesin taşıdığı acıyı, korkuyu, bastırdığı öfkeyi duymak… bu dünyanın ne kadar sessiz göründüğüne aldanmamak gerektiğini öğretiyordu.

Bir kafeye girdim. Kalabalıktı ama masa masa, sandalye sandalye iç sesler doluydu. Baristadan garsona kadar herkesin zihni meşguldü. Bir kız cam kenarında oturmuş kahvesini karıştırırken içinden geçirdi: “Daha ne kadar böyle yapabilirim? Güçlüymüşüm gibi…”

Yan masada iki kişi sessizce oturuyordu, ama içlerinden biri şöyle diyordu: “Beni gerçekten tanımıyor, tanımayacak da. Ama ben burada kalmaya devam edeceğim çünkü yalnız kalmaktan hâlâ korkuyorum.”

O an gözüm onların ellerine takıldı—birbirine değmeden duran eller. Ve iç seslerin ne kadar çarpıcı, ne kadar çıplak olduğunu bir kez daha anladım.

Yürümeye devam ettim. Şehir çok kalabalıktı ama çok yalnızdı. Herkesin içinde bastırılmış bir şey vardı. Bir pişmanlık, bir arzu, bir öfke, bir dua… İnsanlar birbirlerinin yüzüne bakıyor ama kimse kimseyi duymuyordu.

Artık bakışlardan çok iç sesleri takip ediyordum. Güzelce hazırlanmış bir kadının içinden şu geçiyordu: “Bugün aynaya bakmadan çıktım. Gözlerime bakarsam ağlayacağımı biliyordum.”

Bir çocuk, parmaklarını cama bastırmış, annesini bekliyordu. Zihninden şu geçti: “Bu kez gelecek, söz verdi.”

Dünya, kelimelerden ibaret değilmiş meğer. Asıl gürültü, insanların içinden gelen suskunlukmuş.

Ve ben artık onların hepsini duyuyordum.
Ama kendi iç sesimi duyamıyordum.

Geceleri sessizlik olmuyordu artık. Uyurken bile iç sesler fısıldıyordu kulağıma. Kiminin zihni susmuyordu: “Affetmeyeceğim.” “Beni duymadılar.” “Ben de çok kırıldım.”

Bu yeni hayatımda dış sesler soluk, iç sesler çığlıktı.
Bir gün herkesin sesini duyup da kendi sesini kaybettiğin o çizgide, artık ne kime ait olduğunu ayırt edemiyorsun.

Ve sessizce yürüyorsun. Gürültünün tam ortasında.

(Visited 18 times, 1 visits today)