Tuvaldeki Ahlak

 

   Bir tuval satın aldığınız ilk anda bomboş bir beyazlıktır. Elinizdeki tuvale istediğiniz gibi yazıp çizebilir, hatta yırtıp paramparça edebilirsiniz. Bir birey de tıpkı bir tuval gibidir, doğduğu anda sadece boşluktan oluşur; hiçbir anısı, hiçbir düşüncesi olmayan bir boşluktur. Öylece doldurulmayı, yeni şeyleri deneyimlemeyi bekler haldedir bireyler doğduklarında. Onlara ilk defa bir şeyler katanların ilk gördükleri insanlar olması kaçınılmazdır ki bu insanlar genelde bireyin aile üyeleridir. Aile, insana ilk duygularını ve deneyimlerini bahşeder dolayısıyla bireydeki ilk ahlak kırıntısı da ailenin bir ürünüdür. Aile insana doğruyu ve yanlışı, sevgiyi ve nefreti, adaleti ve haksızlığı ilk öğretendir. Bu yüzden birey yaşamının ilk yıllarında ailesinin davranış biçimlerini benimsediği gibi ahlak anlayışını da benimser.

   Doğumundan yaklaşık beş yıl sonra okul hayatına atılır küçük insanlar; işte tam olarak orada, o dört yanı duvarlarla kaplı okulda yeniden tanışır insanlar hayatla. Daha önce tecrübe ettikleri her şeyi tekrardan yaşayarak öğrenmeye mahkumdurlar çocuklar çünkü okulun binasının farklı olduğu gibi içerisindeki topluluk da bambaşkadır aileden. Karşılaşılan farklı insanlar farklı tecrübeler, farklı tecrübeler ise farklı değerler demektir. Aynı zamanda çocuklara karşı olan beklentiler okul açıldığında artacağından artık gerçek anlamda bir birey olur çocuklar okula başladıklarında, bu da beraberinde yeni sorumluluklar ve yeni dayatmalar getirir. Bunun sonucunda öğrencilerin ahlaki değerleri de bu dayatmalar etrafında şekillenmeye başlar.

   Okul sürecini tamamlayan bireylerin kimisi üniversite kimisi iş hayatına giriş yapar yani bu bireylerin yaşamları en aktif oldukları zamana yani doruk noktasına ulaşır. Bu zaman diliminde bireylerin üzerindeki yük ve dayatmalar en fazladır, bu sebeple bireyler hayatın göbeğine atıldıkları bu ilk yetişkinlik zamanlarında topluma uyum sağlayabilmek için kendi değerlerine değil de toplumun ortak ahlak değerlerine göre hareket etmeye başlar. Bazıları sırf bulundukları ortama uyum sağlayabilmek için tekinsiz insanlarla arkadaşlık kurarken diğerleri de normal şartlar altında asla yapmadıkları gibi davranarak adeta kendi benliklerini ve ahlak anlayışını maskeler. Yani aslında yetişkinlikte atılan her adım, yapılan her jest aidiyet içindir; yalnızca toplumun bir parçası gibi hissetmek için.

   Özetle doğduğunda boş bir tuval gibi olan birey  yaşamını sürdürdükçe, farklı toplumların içerisine girdikçe adeta renklenir. İçinde uyum sağlayamama kaygısı bulunan insan içinde bulunduğu toplumun bir parçası olmak için elinden gelen her şeyi yapar; kendi deneyimlerince oluşturduğu, vicdanının sesi olan ahlaki değerlerini bırakıp toplumun dayattığı ahlaki değerlere riayet etmek zorunda olsa bile.

 

(Visited 12 times, 1 visits today)