2035 – Mars Günlüğü Nasa-Ömer Yılmaz
-
- Gün – Burada kaç gün daha dayanabilirim?( Bilim insanı Ömer Yılmazın kayıtlardaki son günlüğü)
Ben Ömer ,38 yaşında, yorgun ve tükenmiş bir bilim insanıyım Bundan 9 ay önce,NASA’nın Mars Kolonizasyon Programı’na seçildiğimde bunun bir onur olduğunu düşünmüştüm. Yüzlerce aday arasından seçilmek, hayatım boyunca çalıştığım her şeyin karşılığını aldığımı hissettirmişti. Aylar süren fiziksel ve psikolojik eğitimlerden geçtik, Dünya’dan bir daha dönemeyecek olma ihtimalini bile göze aldık. O zamanlar, bu fedakârlığın bilim adına olduğunu düşünüyordum. Ama şimdi… Mars’ta geçirdiğim 22. günden yazıyorum. Dünya’dan ayrıldığım an hâlâ dün gibi aklımda. Bir zamanlar Dünya’da astrobiyoloji alanında çalışan, Mars’a gitmenin hayalini kuran bir bilim insanıydım. Şimdi ise burada, bu kırmızı tozla kaplı cehennemde, her gün kendime aynı soruyu soruyorum: Burada kaç gün daha dayanabilirim?
İlk başta her şey büyük bir macera gibi görünüyordu. Dünya’dan ayrılırken içimde tarifsiz bir heyecan vardı. İnsanlık tarihine adımı yazdıracaktım. Mars’ta yaşamı mümkün kılmak için çalışan öncü ekiplerden biri olacaktım. Ancak kimse, burada olmanın gerçekte ne anlama geldiğini tam olarak anlatmamıştı. Kimse, sessizliğin bu kadar ağır olacağını, gecelerin bu kadar uzun ve yalnız geçeceğini söylememişti. Ben ve ekibim, burada toplam 14 kişiyiz, ufak bir topluluğun bir parçasıyım ve buranın bilimsel keşif ve araştırmalarıyla uğraşıyorum. Bugün hava pek iç açıcı değil, devasa bir toz fırtınası havanın önümüzdeki haftalarda da böyle olacağını gösteriyor. Bu sabah enerji üretim tesisimizin camlarının fırtına tarafından tuzla buz edilmesiyle uyandım. Bölgeyi kapattılar ve gördüğüm kadarıyla durum pek iç açıcı değildi. Her gün aynı:
kırmızı toz her yere sızıyor, hava filtreleri alarm veriyor, suyumuz azalıyor. Dünya’dan gelen mesajlar gecikmeli ve soğuk, sanki ben çoktan unutulmuşum gibi….Dışarıda, Mars’ın sonsuz kızıllığı… camdan bile bakmak istemiyorum artık. Manzara hep aynı. Değişen tek şey, azalan kaynaklarımız ve büyüyen sorunlarımız. Herşeye rağmen çalışmalarıma devam etmeye karar verdim ve laboratuvarın yolunu tuttum. Bugün laboratuvara giderken havalandırma sisteminden gelen tuhaf bir ses duydum. Kontrol paneline baktım: oksijen üretim ünitesinde basınç dalgalanmaları var. Eğer bu sistem bozulursa, tüm koloni birkaç gün içinde havasız kalır. Bir şeyler yapmam gerekiyor, ama zihnim artık eskisi gibi keskin değil. Uykusuzluk, yalnızlık ve belirsizlik beni ele geçirmiş durumda.
Mühendis ekibiyle birlikte oksijen ünitesinin bulunduğu modüle gittik. Kapıyı açtığımızda sıcak metal ve yanık plastik kokusu burnuma doldu. Bir şeyler ters gidiyordu. Kontrol panellerinden biri aşırı ısınmış ve sistem kapanmaya başlamıştı. Eğer bu durdurulmazsa, içerideki havayı filtreleyen mekanizma çalışamaz hale gelecek ve tüm koloni nefessiz kalacaktı. Ellerim titrerken acil müdahale protokollerini uygulamaya başladım. Basıncı dengelemek için yedek oksijen tanklarını devreye soktuk, ama bu sadece geçici bir çözümdü. Dünya’ya acil bir mesaj gönderdik, fakat yanıt almamız en az 20 dakika sürecekti. Burada, ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgide, 20 dakika çok uzun bir süreydi. Bu sırada aklımda tek bir düşünce vardı: Buna değer miydi? İnsanlık adına yapılan bu fedakârlık gerçekten bir anlam taşıyor muydu? Burada ölürsek, arkamızdan kim yas tutacak? Adlarımız tarihe mi geçecek, yoksa bir istatistikten ibaret mi olacağız? Bu yazıyı şuan o stresli 20 dakika içerisinde yazıyorum. Cevap alıp başarılı olsak bile biliyorum, yarın başka bir sorun çıkacak. Er ya da geç, burası bizi yutacak. Sonumuz Mars’ta mı yazılacak, yoksa gerçekten bir gün burayı yaşanabilir hale getirebilecek miyiz? Bunu zaman gösterecek… Eğer o kadar vaktimiz kalırsa.
(Not: Eğer bu günlüğün 23. Gününe ulaşamazsanız bilin ki ben ve ekibim başaramamışızdır.)
