Akşam olmuş, pencereyi açıyorsun. Eskiden bu mevsimde serin bir rüzgar yüzünü okşardı. Şimdi ise nefes kesen bir sıcak hava dalgası karşılıyor seni. “Bu da neyin nesi?” diye düşünmeden edemiyorsun. İşte tam da bu his, aslında hepimizin içini kemiren bir gerçeğin yansıması: Doğa artık eskisi gibi değil.
Market poşetini eline alırken, arabadan inerken, musluğu gereksiz yere açık bırakırken farkında olmadan bu değişime ortak oluyoruz. Küçük küçük ihanetler gibi… “Nasılsa bir poşetin ne zararı olabilir ki?” diye düşünürken, okyanusun ortasında bir kaplumbağanın boğazına dolanıveriyor o poşet. “Bir derece daha ne olacak?” derken, orman yangınlarının habercisi oluyoruz farkında olmadan.
Ama işin acı tarafı şu: Biz evde tek kullanımlık plastikleri reddederken, birileri fabrikaların bacalarından zehir kusmaya devam ediyor. Biz tasarruf yapmaya çalışırken, birileri milyonlarca ağacı kesip beton yığınları dikiyor. Bu adaletsizlik değil mi? Küçük insanlar olarak kendimizi suçlu hissetmemiz isteniyor sanki. Oysa gerçek suçlu, sistemin ta kendisi.
Peki ne yapacağız? Ellerimizi kollarımızı bağlayıp oturacak mıyız? Hayır. Çünkü her şeyin bir sonu var. Tıpkı o eski mevsimler gibi, bu kayıtsızlığın da bir sonu gelecek. Belki bugün bir tohum ekmekle başlayacağız işe. Yarın o tohum bir fidan olacak. Öbür gün bir orman…
Unutma: Doğa intikam almaz, sadece cevap verir. Verdiğimiz her şeyin karşılığını alıyoruz. Şimdi sormak lazım: Biz ne vermek istiyoruz bu dünyaya? Bir avuç çöp mü, yoksa geleceğe umut mu?
Çünkü gerçek şu ki; bu dünyada yalnız değiliz. Sadece birbirimizi unuttuk. Hem birbirimizi,hem de bize ev sahipliği yapan bu gezegeni…
