Zaman makinesiyle 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a indiğimde, beni hem hüzün hem de umut dolu bir atmosfer karşıladı. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı; sanki bu gri örtü, halkın içinde bulunduğu belirsizliği ve karamsarlığı yansıtıyordu. Sokaklar sessizdi, ama bu sessizlik sanki fırtına öncesi bir durgunluk gibiydi. Yıllar süren savaşların yorgunluğunu taşıyan insanların yüzlerinde derin bir bezginlik ve endişe okunuyordu. Düşmana karşı ne yapılacağı bilinmiyor, umut yerini karanlığa bırakıyordu.
Ancak bu sessizliğin içinde, belli belirsiz bir kıpırtı vardı. Limana doğru yürürken Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak bastığını duyan halkın heyecanla bir araya geldiğini gördüm. O an, sanki şehrin damarlarına yeniden kan yürüdü. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar—herkes Paşa’nın etrafında toplanmıştı. Onun kararlı bakışları ve dimdik duruşu, halkın gözlerinde bir anda umudu yeşertti. Sessizce başlayan bir kıpırtı, kısa sürede bir inanç seline dönüştü.
Bu, sadece bir komutanın bir şehre gelişi değildi. Bu, bir milletin yeniden ayağa kalkışının, küllerinden doğuşunun ilk adımıydı. Samsun o gün, hem kederin hem de direnişin ilk ışıklarını içinde taşıyordu. Umut, halkın yüreğinde yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı. O atmosferi solumak, tarihin akışının değiştiği o ana tanıklık etmek gibiydi.
19 Mayıs 1919, bir milletin kaderini değiştiren o ilk adımdı. Ve o adım, Samsun’un sessiz sokaklarında yankılanarak tüm yurda yayıldı.
