Eski Lanetli Kitap

Merak, en azından benim gibi insanlar için tehlikeye ve bilinmemesi gerekenlere açılan bir kapı adeta. Her şeyi sorgulayıp gereksiz yere kuşkulanan bir paranoyak olarak adlandırılacağımı bilsem de merakım yüzünden yaptığım o son şey benden kaynaklı değildi, evrenin bana oynadığı bir oyundu.

Normal bir perşembe akşamıydı, evde tatlı bir telaş vardı. Babam, patronu olduğu şirketindeki yakın olduğu çalışanlarını bir akşam yemeğine davet etmişti ama ben oralı değildim pek de. Evdeki herkesin bir görevi vardı; Üvey annem evi toparlıyordu, babam ve ikizim yemek hazırlıyordu. Üvey annemden olan liseli erkek, ergen kardeşim ise ödevlerinden kaçmak için yardım ediyormuş gibi davranıyordu. 23 yaşında olmama rağmen aileme duyduğum bağlılık ayrı eve çıkmamı zorlaştırmıştı, bu yaşıma gelmeme rağmen özgürlüğe erememiştim tam anlamıyla. Yaşadığım paranormal olaylardan önce biraz kendimden bahsedeyim, yaşımdan konuya girmek istedim. İsmim Milo, kitap okumayı ve video oyunlarını seven bir oğlanım. İkiz kardeşim Lia ben babamın eski eşinden olan çocuklarıyız, kardeşim Hudson ise üvey annemden oldu. Ailemi seviyorum ama doğam gereği onlara bu sevgimi yansıtamıyorum, onlar beni anlıyor en azından ve bu önemli olan tek şey. Eski, fantastik ve aynı zamanda tarihi olayların da yer aldığı kitapları okumaya kendimi bildim bileli bayılıyorum, ailem de bunun farkında. “Kitap kurdu” olarak zorbalandığım ilkokul dönemlerimden kalma bir huydan ötürü odamda veya tıklım tıkış bir kütüphane dışında hiçbir yerde asla ama asla kitap okuyamıyorum rahatça. Bunun yaşanacaklarla alakası çok. Dediğim gibi bir sürü kişi eve gelecekti ve onlara kabalık etmemek için yanlarında durmam gerekiyordu, bu da son istediğim şeydi. Bu yüzden, herkes işe dalmışken yanlarına gittim ve heybetli babamın geniş omuzlarından birine elimi yerleştirdim ve başını çevirip üstüne gölge çökmüş gözleriyle bana baktı.

“Yüzünü gören cennetlik Milo, hayrola?”

“Ha ha, çok komik baba… Kütüphaneye gideceğim, hem ödünç aldığım kitapları bırakmam gerek hem de yeni bir kitap alacağım. Birkaç saate, kitabı bitirdikten sonra döneceğim. Arabanı alabilir miyim diye sormaya geldim.”

“Benim arabayı alma, annenin arabasıyla git gel. En son Hudson aldığında ne yaptığını biliyorsun.”

“Onla beni aynı kefeye koyma ama…her neyse, fark etmez hangi arabayla gideceğim.”

Babam elindeki bıçağı bırakıp yaklaştı ve alnımı öptü, dikkatli git gibisinden bir şeyler mırıldandı. Mutfaktan çıkıp odama gittim, üstüme elime gelen ilk kapşonluyu geçirip altıma da bol bir eşofman giydim. Gözlüklerimi düzelttim, anahtarı ayakkabılığın üstünden kaptığım gibi kendimi dışarı attım. Arabaya binip çalıştırdım, yola çıktım.

———————-———————-———————-

Kütüphaneye vardığımda yüreğimde garip bir ağırlık hissettim, gecenin yarısı izlediğim korku filmlerinden olsa gerek diye düşünerek bu ilginç hissiyatı umursamadım. Elimde 3 tane ağır kitap vardı, kitapları kadına verdiğim sırada kısa bir sohbete tuttu beni. 10 dakika kadar sonra tozlanmış raflarda, kimsenin el sürmediği o kitabı arıyordum. Bulduğumda üstündeki altın detaylar gözümü aldı, kapıp bir yere oturdum ve kitabı iki elimle araladım. Bugün bitirmeden gidemem, kesinlikle gidemem. İlk sayfaları atlamıştım heyecandan, hikayenin başladığı sayfadan başladım okumaya. Akıcı, heyecan verici ve aksiyon dolu bir kitaptı. Kitaptaki bir karakter oldukça sinirimi bozmuştu, Ryan isimli bir genç askerdi. Komutanına saçma sapan fikirler veriyordu ama garip bir şekilde dediği ve tahmin ettiği her şey mantıklı ve doğru çıkıyordu, onu sinir bozucu kılan da buydu. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalıyordu ama ben istediğim sayfaya halen gelememiştim. 246. sayfada gözlerim ağır ağır kapanmaya, boynum eğrilmeye başladı ve elimi dayadığım kızaran yanağım masaya yapıştı. Çok geçmeden kitaptaki kelimeler bana bir dans gösterisi yapmaya başladı adeta, bir tek kelimeyi bile okuyamıyordum. Elim bir paragrafın üstünde kalmıştı uyuyakaldığımda.

“Asker, bu dönemden bir oğlan olduğunu düşünmüyordu. Tutsak kalmıştı sanki bu huzurun asla olmadığı, ejderhaların ateşler püskürttüğü bu evrende…”

Kitap elimin altından kayıyordu, benden iyice uzaklaştığında yere çakıldı ve onun sesiyle uyandım. Kitaptan mor bir ışık yayılıyordu, ayağa fırlayıp elime ilk geçen şeyi kitaba doğrulttum. Işık gözümü kör edecek gibiydi, sayfalar yırtılıyordu ve kitap yarılıyordu. Kitabın içinde büyük bir delik vardı, bu deliğin içinden neredeyse gerçek olamayacak kadar beyaz, büyükçe bir el fırladı. Elim ayağım titriyordu, dengemi sağlayamayıp yere düştüm ve geri geri sürünmeye başladım. Elden sonra bir kol, koldan sonra bir omuz ve birkaç saniye sonra bacaklar çıktı. İnanamıyordum gözlerime, bir rüya mıydı bu? Yırtık pırtık kıyafetleri olan, kolu yara bere içinde olan, beyaz tenli, uzun boylu, yapılı, simsiyah boncuk gözlü ve kapkara dağılmış saçları olan bir oğlan benimle aynı şaşkınlık içerisinde etrafa bakıyordu. Başını bana doğru çevirdi ve yerde oturduğumu gördü, yanıma eğilince kafasına elimdeki o ince kitabı geçirip ittirdim.

“BENDEN UZAK DUR, SEN KİMSİN YA?”

“Hey hey, benim de hiçbir fikrim yok! Burası neresi, ben nasıl geldim buraya?”

“Bana sorulacak sorular mı bunlar?”

“Şu kitaba…en yakın duran kişi sensin. O yüzden sana…sana soruyorum. Özür dilerim, seni korkuttum mu?”

“Elbette korkuttun, sen kimsin?”

“İsmim Ryan…ah, sırtım çok ağrıyor.”

Ayağa fırladım ve kitabı masaya bıraktım, oğlanın gözleri beni takip ediyordu. Ryan, yani kitaptaki Ryan mı?

“Sen buraya nasıl geldin, ne oldu?”

“Bilmiyorum…savaşta beni buramdan bıçakladılar, birkaç sözcük gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti ve senin yanında buldum kendimi.”

“Bu…imkansız. Böyle şeyler ancak masallarda, romanlarda falan olur!”

“Bir kitaptan çıktığıma bakacak olursak evet, evet bir romanda olmuş. Aman tanrım, gerçeklik algımı kaybettim.”

Ağzım açık kalmıştı. Bu nasıl olur, bu bir şaka mı? İlaçlarımı almayı mı unuttum? İlaçtan kastım da ağrı kesici, şizofren felan değilim. Şaka yapıyorum. Arkama gelip saçımı okşamaya, beni bir uzaylıymışım gibi incelemeye başladığında eline vurdum ve kitapta da betimlendiği gibi o aptal kahkahasını ilk defa duydum. Hiçbir şeyi ciddiye almayan biri, dedikleri kadar varmış.

“Adını söylemedin bana, çift renkli uzaylı çocuk…”

“Öncelikle gözlerimde heterokromi var, uzaylı değilim ve eğer bir gram tıp bilgin olsaydı bunu anlamış olurdun. Gerçekliğini kaybetmiş olman bu yeni evrenindeki insanlara uzaylı demeni gerektirmez, Ryan.”

“Gözlerin…güzel. Sadece garibime gitti birinin kahverengi birinin de mavi olması, kusuruma bakma.”

“Ha bütün bu yaşananlar normal, benim göz rengim mi sana değişik geldi? Bununla uğraşamayacağım, muhtemelen bir rüyanın içerisindeyim. Gidiyorum.”

Elimi savurup hızlı adımlarla kütüphanenin çıkışına yürüdüm, rengim atmıştı ve üşüyordum. Kütüphanenin çıkışına vardığımda boynumda bir nefes hissettim, başımı çevirdiğimde Ryan ile göz göze geldim. Koşmuştu peşimden.

“Lütfen bana yardım et, ben de en az senin kadar şaşkınım… Dost olalım en azından, bu gizemi çözelim! N’olursun.”

Bu yalvarır hali ve gözlerindeki korku beni derinden etkiledi, ona bedenimi dönüp yüzüne baktım. Gözlüğümü düzelttim, kaşlarımı çattım.

“Bana yardım etmezsen ve kitapta verdiğin gibi saçma sapan durumlarla dolu tahminler geliştirirsen gözümde bitersin, duydun mu? Beraber başladıysak beraber çözeceğiz, sana buraları tanıtacağım.”

“Söz veriyorum, söz veriyorum tamam!”

———————-———————-———————-

Bir anlaşmaya vardığımız için tebessüm ettim ve kütüphanenin çıkış kapılarını araladım, ağzım açık kaldı gördüğüm manzarayla. Yanan bir şehir, uçan ejderhalar, savaş meydanı… Yabancı Ryan değildi, bendim.

“Bir dakika…ne.”

“Aman tanrım.”

(Visited 14 times, 1 visits today)