Nefes Alan Bir Gezegen

Yaşanabilir bir dünya… Bu cümle, duyduğumuzda kulağımıza basit gelir belki. Oysa altında sayfalarca yazılabilecek, yıllarca inşa edilmesi gereken bir anlam taşır. Bu dünya sadece “var olmak”la değil, gerçekten “yaşanmak”la ilgilidir. Ve yaşanabilir bir dünya, yalnızca nefes alabildiğimiz bir alan değil; ruhumuzu koruyabildiğimiz, iç sesimizi kaybetmediğimiz, varlığımızı tüketmeden sürdürebildiğimiz bir bütündür.

Bir sabah düşünün. Pencereyi aralıyorsun, içeri dolan hava klor kokmuyor; doğrudan ormanın kalbinden geçmiş gibi. İçinde ıslak toprak var, biraz lavanta, biraz da deniz tuzu… Gökyüzü bir tablo gibi değil; filtresiz, doğal, kirlenmemiş. O maviliğin içinde kuşlar dans ediyor. Rastgele değil; doğanın dengesini koruyan, sessizce sürdüren bir matematikle.

Sokaklar sessiz değil ama huzurlu. Bir çocuk kahkahası, bir annenin şarkısı, bir yaşlının bastonunun kaldırıma vuruşu… Gürültü değil bu; yaşamın sesi. Korna sesleri yok, egzoz dumanı yok, her adımda burnuna çarpan yapay kokular yok. Şehirler nefes alıyor artık; insanlar gibi, birlikte.

Binalar gökyüzünü yutmuyor. Her yapının arasında bir nefeslik yeşil alan, bir soluklanma köşesi var. Çocuklar çimlerde oynuyor, çiçekler asfaltla değil toprakla buluşuyor. Kaldırımlar dar değil, yollar sadece arabalar için değil. Bisiklet süren biri, yürüyen bir çift, tekerlekli sandalye kullanan yaşlı bir adam… Hepsi aynı cadde üzerinde, huzur içinde, birbirine alan açarak ilerliyor.

Ve doğa… Doğa artık bir “tema” değil, bir “anlam”. Ormanlar reklam panolarından değil, gerçekten dağ eteklerinden yükseliyor. Göletler süs için yapılmamış; içlerinde kurbağalar, sazlıklar, yüzen yaban ördekleri var. Geceleri ise gökyüzü karanlık değil; yıldızlarla dolu. Çünkü ışık kirliliği tarihe karışmış. Artık insanlar göğe bakmayı hatırlıyor.

Yaşanabilir bir dünyada eğitim sadece okul duvarları arasında verilmez. Bir çocuk doğayı öğrenirken onu anlamayı da öğrenir. Kitaplarda sadece bilgi değil, empati de vardır. Çünkü artık insanlar doğayla olan ilişkilerinde üstün değil, eşit olduklarını fark etmiştir. Tüketmek değil, paylaşmak, değiştirmek değil, korumak önemlidir.

İnsan ilişkileri de değişmiştir. Komşuluk diye bir şey hâlâ vardır. İnsanlar birbirinin adını bilir, sokakta selam verir. Kimse gözlerini kaçırmaz, kimse sokakta güvensiz hissetmez. Suç oranı düşmüş, şiddet gerilemiş, insanlar duygularını ifade etmeyi öğrenmiştir. Çünkü yaşanabilir bir dünya, sadece fiziksel olarak değil; duygusal olarak da güvenlidir.

Ve en önemlisi: çocuklar umutla büyür. Onların geleceği korkutucu bir belirsizlik değil, şekillendirilebilir bir güzellik olur. Hayal kurarlar, çünkü hayalleri yeşerecek bir toprak bulur artık bu dünyada. “Bir gün…” diye başlayan cümleleri, gerçekten bir gün gerçekleşebilir. Onlar, bizden daha cesur olur; çünkü biz onlara korkacak bir dünya değil, sevilecek bir dünya bırakmışızdır.

Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak; bir dilek değil, bir görevdir. Ve bu görev yalnızca büyük projelerle, teknolojilerle değil — küçük bir ağacı korumakla, bir sokak hayvanına su vermekle, bir çocuğa sevgiyle yaklaşmakla başlar.

Çünkü yaşanabilir dünya, önce insanın içinde kurulur. Oradan sokaklara, oradan şehirlere, oradan da gezegenin tamamına yayılır.

Ve biz bu dünyayı, gerçekten yaşanabilir kılsak… Belki bir gün, çocuklarımız sadece “daha iyi bir yer hayaliyle” değil, “iyi olanı sürdürme sorumluluğuyla” büyürler.

Ve işte o gün… dünya gerçekten yaşanabilir olur.

(Visited 54 times, 1 visits today)