Sabah her şey gayet normal başlamıştı. Okula geç kalmamak için aceleyle kahvaltımı yaptım, çantamı kaptım ve koşarak dışarı çıktım. Otobüsü kaçırmamak için sokakta adeta saniyelerle yarışıyordum. Ayakkabımın bağı çözülmüştü ama bunu fark etmemiştim. Tam otobüsün önüne geldiğimde, ayağım takıldı ve yere kapaklandım. Elimdeki defterler etrafa saçıldı.
Etraftaki herkes bana bakıyordu. Yüzüm utançtan kıpkırmızı olmuştu. Otobüs kapısını kapatıp gitmek üzereydi ki içimden “Bir mucize olsa…” diye geçirdim. Tam o anda, otobüs şoförü camı açtı ve “Hey çocuk! Hadi, çabuk gel!” diye seslendi. Şaşkınlıkla toparlandım, defterlerimi hızlıca topladım ve koşarak otobüse bindim. Herkes bana bakıyordu ama artık umurumda değildi. Çünkü gerçekten bir mucize olmuştu.
Otobüsün arka tarafında boş bir koltuğa oturdum. Camdan dışarı bakarken gülümsedim. Belki başkaları için küçük bir olaydı ama benim için çok büyüktü. O an anladım ki bazen küçük mucizeler, günümüzü güzelleştirmeye yeter. Belki de hayat bu küçük anlarla doludur—tek yapmamız gereken onları fark edebilmek.
