Mehmet Usta, küçük bir kasabada tandır ekmeği yapan, herkesin sevdiği saygıdeğer bir fırıncıydı. Yıllardır aynı işyerinde çalışır, müşterilerini güler yüzle karşılardı. Ancak birkaç yıl önce başına talihsiz bir olay gelmişti.
Bir gün, sabah erken saatlerde hamuru hazırlarken fırının başına çırak yerine kendisi geçti. O sırada tandırın içine düşen bir parça odunu çıkarmak isterken elindeki tahta kürek kaydı, Mehmet Usta’nın kolu fırının kızgın kenarına değdi. Yanık derin olmuştu. Günlerce acı çekmiş, aylarca tedavi görmüştü. O günden sonra fırına yaklaşırken bile dikkatli olur, eldivensiz iş yapmazdı. Herkes onun bu kadar temkinli olmasına şaşardı.
Yıllar geçti, yanık izi kolunda kaldı ama onun içine işleyen korku hiç geçmedi. Ne zaman sıcak bir çorba gelse önüne, önce buharına bakar, sonra üfler, öyle içerdi. Bir gün torunu Elif, elindeki yoğurt kasesini üfleyerek yediğini görünce şaşırdı:
— Dede, yoğurt zaten soğuk, neden üflüyorsun?
Mehmet Usta gülümsedi:
— Elif’im, bir zamanlar sütten yandım ya… Şimdi yoğurdu bile üfleyerek yerim. İnsan bir kere acıyı tattı mı, aynı acıyı tekrar yaşamamak için her şeye temkinli yaklaşır.
Elif başını sallayarak dede’sinin yanına sokuldu. O günden sonra, o da sıcak bir şey yemeden önce mutlaka dikkatli davranmayı öğrendi.
