O sabah, her şey sıradan başlamıştı. Gözlerimi açtığımda köpeğim Pablo yatağımın yanında oturuyordu. Ama bu kez farklıydı; gözlerime bakarak, açık ve net bir sesle konuştu: “Kalk artık, uzun zamandır seninle konuşmayı bekliyordum.” Şaşkınlıkla yerimden doğruldum. Hayvanların dili artık bana anlaşılır hale gelmişti ve bu yeteneğin yalnızca bir gün süreceğini hissettim. Zamanı boşa harcayamazdım.
Pablo’yla birlikte dışarı çıktım. Parkta karşılaştığımız ilk kuşa merakla yaklaştım ve uzun zamandır sormak istediğim bir soruyu sordum: “Sabahları neden ötersiniz?” Serçe başını hafifçe eğdi. “Çünkü yeni bir günü karşılamanın en içten yoludur bu. Sessizlikte sesimiz duyulur, varlığımız hatırlanır.”
Yolumuza devam ettik. Bir ağacın gölgesinde dinlenen yaşlı bir köpek, gözlerini kapamıştı ama konuştu: “İnsanlar hep meşgul… Koşuyor, telaşlanıyor. Ama neden bu kadar acele ettiklerini bilmiyorlar.” Sözleri, içimde yankılandı. Belki de haklıydı.
Hayvanat bahçesine uğradım. Demir parmaklıkların ardındaki fil, sessizce konuştu: “Burada zaman geçmiyor. Bedenim burada ama ruhum çok uzaklarda.” İçim sızladı. O an, özgürlüğün ne denli kıymetli olduğunu bir kez daha anladım.
Akşamüstü eve dönerken Pablo’ya döndüm ve sordum: “Bizi nasıl görüyorsunuz?”
Kısa bir duraksamadan sonra cevap verdi: “Sizi seviyoruz. Ama bazen sevgiye rağmen bizi anlamadığınızı hissediyoruz. Bugün seni daha iyi tanıdım.”
Gece yatağıma uzandığımda, Pablo başucumda sessizce oturdu. Artık konuşamıyordu ama gözleri her şeyi anlatıyordu. Bu bir gün, sessizlerin sesini duymayı öğretti bana. Ve artık gerçekten dinlemeyi biliyordum.
