Herkesin iç düşüncelerinin sesi bir sabah beni uyandırdı. Gözlerimi açar açmaz, oda bambaşka bir sessizlik içinde gibiydi, fakat aklımdaki yankılanan düşünceler beni şaşırttı. İlk olarak annemin sözlerini duydum: “Oğlum hâlâ uyanmadı mı? Kahvaltı yapacak mı? ” Ardından babamın sesini işittim: “Eğer işe yaramazsan, bu evde durmamalısın. ” İçimde hissettiğim üzüntü büyüktü ama sesler o kadar belirgindi ki kafamın içinde yankılanıyordu.
Yavaşça yerimi terk ettim. O an, sabahın ilk saatlerinde, içsel sesler benim için çılgın bir keşif gibiydi. Kimseden gizli, kimseyle paylaşamadığım özel bir yetenek gibi. Fakat zamanla bu becerinin aslında sadece beni sıkıntıya sokan bir lanet olduğunu anlayacaktım.
Evin kapısını açarken, önümdeki insanları da duyduğum seslerle gözlemlemek bana farklı bir dünyanın kapısını aralıyordu. Yanımdan geçen kadının zihninden baktığımda şunları duyuyordum: “Kedimi veterinere götürmeliyim, yoksa hasta olur. ” Bir adım daha attım ve başka bir ses duydum: “Bu sabah işe gitmemek için bir bahane bulmalıyım. Yine geç kaldım. ” Yolda yürürken etrafımdaki herkesin düşüncelerinin birbirine etki ettiği sessiz bir kalabalık haline geldim.
Otobüse bindiğimde ise durum tamamen kontrol dışı olmaya başlamıştı. Kendi düşüncelerimin yanı sıra başkalarının içsel sesleri etrafımda bir fırtına gibi dönüyordu. Yaşlı bir adamın düşüncelerini duydum: “Bugün oğlumun yüzünü bir kez daha görmeliyim, belki de bu son görüşüm. ” Genç bir kadının sesi ise farklıydı: “Her şeyim yolunda ama içimdeki huzursuzluk bir türlü dinmiyor. ”
İnsanların düşünceleri kafamda sanki birer ağızdan fısıldanıyormuş gibiydi. Bir an, etrafımdaki her şeyin üzerime geldiğini hissettim. Bu karmaşa, beni yavaş yavaş deliliğe sürüklüyordu. Hangi düşüncenin kime ait olduğunu ayırt etmek imkânsız hale gelmişti. Etrafımda her an, her hareketle yoğunlaşan bir düşünce gürültüsü doluydu.
İşyerime ulaştığımda, içsel seslerin baskısı dayanılmaz bir hal almıştı. Herkesin düşünceleri adeta birer kitap gibi kafamda açılmakta, sayfalar ve kelimeler birbirine karışmaktaydı. Müdürümün “Çalışmanı iki katına çıkarmalısın, işlerimizi büyütmeliyiz,” şeklindeki düşüncesi, içimden “Ama ben bu işe uygun değilim,” dememe neden oldu.
Bir süre sonra, bu durumdan kurtulmanın yollarını düşünmeye başladım. Başkalarının iç seslerini duymak, onların hislerini, korkularını ve kaygılarını anlamamda faydalı olsa da, bu aynı zamanda bana her şeyi daha acı bir biçimde göstermeye başladı. Artık insanların birbirlerine söylediklerinden çok daha fazlasını işitiyordum. Onların gizledikleri her şeyi, kalplerinde yatan en derin korkuları ve arzuları hissedebiliyordum. Herkesin içindeki sessiz feryatlar beni boğuyordu.
Eve dönerken, annemin hala “Oğlum bugün okula gitmeyecek, ne yapmalıyım? ” diye düşündüğünü fark ettim. Babamın “Neden onu daha çok sevemiyorum? ” diye düşünmesi içimi daha da yaraladı. Herkesin içinde saklı kalan duygular ve düşünceler, insanları daha yalnız ve kapalı hale getiriyordu. Onların içindeki gizli korkuları ve üzüntüleri keşfettikçe kendimi yabancı gibi hissetmeye başladım.
O sabahdan bir hafta geçti. O yeteneği daha fazla taşıyamayacağımı, bir insanın bu kadar çok düşünceyle baş etmesinin imkânsız olduğunu fark ettim. İç sesler her geçen gün daha çetrefilli bir hale geldi. Bir bireyin, bir başkasının düşüncelerini taşıması ve o kişinin gerçek kimliğini bilmeden onunla empati kurması zamanla büyük bir yük haline geliyordu. O sabah uyandığımda herkesin sesini duyabildiğimi fark ettiğimde, sanki yeni bir dünyaya adım atmıştım. Ancak zamanla, bu dünyada kaybolmak üzere olduğumu hissettim.
