Topluluğumuz için bir yetenek gösterisi düzenlemeye karar verdiğimde, sadece müzik ve kahkahalarla dolu keyifli bir akşam hayal etmiştim. Fakat hiç tahmin etmediğim şey, bunun hepimizi ne kadar derinden birbirimize bağlayacağıydı. Kişilikler, beceriler ve hayat hikâyelerinden oluşan bir mozaiğin küçük bir sahnede buluşmasını izlemek, düşündüğümden çok daha etkileyiciydi.
Katılımcılar kasabanın her köşesinden gelmişti. Mehmet vardı mesela… Genellikle eskiz defterinin arkasına saklanan çekingen bir gençken o gece, özgüveni kadar büyük bir gitarla sahnede durmuştu. Tellerle buluştuğu anda ortam sessizleşti; sesi yumuşak ama kararlıydı, tüm salonu duyguyla doldurdu. Onu izleyenler arasında yetmiş yaşındaki komşumuz Bayan Duygu da vardı. “Dizlerim tamamen pes etmeden son bir kez daha,” diyerek klasik dans yapacağını söylemişti. Hareketlerindeki zarafet, en huzursuz çocukları bile sessizliğe sürükledi. Onu izlerken fark ettim ki; yetenek yaşla kaybolmaz, aksine daha da derinleşir.
Sonra Ali ve Poyraz sahneye çıktı. Sürekli tartışan bu iki kardeş, çatışmalarını komediye dönüştürmüştü. Kaotik bir akşam yemeğini konu alan skeçleri salonu kahkahaya boğdu. Gerçek hayattaki kavgalarının ironik biçimde en büyük performanslarına dönüşmesine gülmeden edemedim.
Gece ilerledikçe salon sıcaklık ve gururla doldu. Sahne arkasında ışıklarla, dekorla ve heyecanlı gülümsemelerle ilgilenirken herkesin sahne ışıkları altında kendinden bir parça bıraktığını gördüm; bir nota, bir hareket, bir kahkaha… Finalde, bir grup öğrencinin dostluk hakkında yazdıkları özgün şarkıyı söylemesiyle alkışlar dinmek bilmedi. Bu alkışlar yalnızca yetenek içindi değil; cesaret, neşe ve o küçük toplum salonunda paylaştığımız insanlık içindi.
Sahnenin kenarında durup ışıkların altında parlayan yüzlere baktığımda bunun sadece bir gösteri olmadığını bir kez daha anladım. Her insanın içinde bir kıvılcım olduğunu ve o kıvılcımı ortaya çıkarmak için tek gereken şeyin bir sahne ile insanın kendisine inanan birkaç kişi olduğunu hatırlatan bir mesajdı bu.
