Karanlıkta Atılan Adım

Mayıs ayının ilk haftasıydı. Güneşin altın rengi ışığı yüzüme vuruyordu, çevremde dev ağaçlar ve olağanüstü bitkiler vardı. Yanımda Nehir, Selin ve Alya da benimle birlikte kamp alanını arıyorlardı. Birkaç arkadaşımla kamp yapmaya karar vermiştik. Daha önce hiç kamp yapmadığım için doğal olarak çok heyecanlıydım. Bir saat sonra kamp alanını bulduk, binbir emekle çadırımızı kurduk. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra hep hayalim olan kamp ateşini yaktık. Tabi ki de üstünde marshmallow eritmeyi unutmadık. Herkesin uykusu gelmişti fakat Nehir yürüyüş yapmak istedi. Biz onu kırmak istemediğimiz için olur dedik ve gerekli eşyalarımızı – telefonlarımızı, fenerlerimizi , düdüklerimizi ve battaniyelerimizi – aldık. Yürüyüş yapmaya başladıktan yarım saat sonra hava tamamen karardı.

Bazılarımız geri dönmek istedi çünkü hava kararmıştı ve etraftan garip sesler geliyordu. Bana da iyi bir fikir gibi geldi. Bir saatten fazla yürümüştük ve daha geri dönecektik. Hepimiz hava karanlık olduğu için telefon fenerlerimizi açtık. Beraber şarkı söylüyorduk ta ki şarkıyı bastıran bir ses duyana kadar. Çok korkmuştuk ama aynı zamanda sesin nereden geldiğini merak etmiyor da değildik. Cesaret edip ses kaynağına yaklaştık . Gürültü , bir mağaradan geliyordu. Yankılandığı için biz onu çok uzaktan duymuştuk ama belki de içindeki şey fazla ses çıkarıyordur. Mağaranın içinde neyin ses çıkardığını bilmiyorduk çünkü mağara çok karanlıktı. O an bu maceraya hiç bulaşmayıp geri gidebilirdik ama merakımıza yenik düştük. Daha sonra mağaranın içini görebilmek için Selin fener açmayı önerdi. Biraz tehlikeli bir hareketti ama risk alıp fenerleri açtık. Fenerleri açmamıza rağmen içerideki şey ya da hayvan gözükmüyordu. Artık devam etmeliydik, öylece pes edip dönemezdik. Aramızdan bir tane gönüllü seçip o kişi içeri girmeliydi. Tabi ki biz de o kişinin arkasından gelecektik. Ben gönüllü olmak istedim. İçeri adımını attım, ve bir de ne göreyim! Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Karşımda biyoloji hocamız duruyordu. Ve daha da ilginci, arkasında kocaman bir dinozor vardı. “Hocam ne yapıyorsunuz?” diye sordum. “Asıl sen ne yapıyorsun burada?”diye sordu hoca. Ben de arkadaşlarımla kamp yaptığımızı ve yürüyüşe çıkıp garip sesler duyduğumuzu söyledim. Aklıma takılan bir soru vardı: “Dinozorların nesli tükenmemiş miydi?”Hoca bunun klonlanan bir yaratık olduğunu söyledi. Tam olarak dinozor olup olmadığını bilmiyormuş ama amacı onu deneylerle dinozora dönüştürmekmiş.

Bize her şeyi uzun uzun anlattı ve kimseye söylemememizi istedi. Mağarayı seçme sebebinin  ise başkasının görmesini istememesi ve yeterince büyük alan bulamaması olduğunu anlattı. Bu canlıyı zor koşullarda klonladığını ve üzerinde çalıştığını söyledi. Gürültünün kaynağını çözebildiğimiz için çok mutluyduk ve kendimizle gurur duyuyorduk. Bu anıyı unutmamak için dinozorun-tabi dinozorsa- fotoğrafını çektik ve hocayla vedalaştık. Olanlara hala inanamıyorduk. İyi ki kamp yapmaya karar vermiştik. Çadırlara doğru yürürken bir ses daha duyduk. Bu sefer kimse sesin kaynağını merak etmiyordu. Bence yeterince macera yaşamıştık.

 

(Visited 3 times, 1 visits today)