Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Yatak odamın yerinde, ince bir sisle kaplı yabancı bir orman vardı. Ağaçlar nefes alıyormuş gibi hafifçe dalgalanıyor, dalların arasından mavi ışıklar süzülüyordu. Ayağa kalktığımda, ayaklarımın altındaki toprak sıcak bir nabız gibi atıyordu. Uzakta, gövdesi çatlamış bir ağacın içine oyulmuş bir kapı gördüm. Yaklaştıkça kapı titremeye başladı ve içinden fısıltılar yükseldi: “Bizi buldun.” Bir anlık cesaretle kapıyı araladım ve her şey, sanki beni bekliyormuş gibi, ışığa dönüştü.
Işığın içinde kendimi başka bir açıklıkta buldum. Ortada, yüzeyi hafifçe parlayan küçük bir göl vardı. Suya baktığımda kendi yansımamı değil, benden daha yaşlı bir halimi gördüm. Bana sakin bir gülümsemeyle başını salladı; sanki “Doğru yerdesin” der gibiydi.
Tam ne olduğunu anlamaya çalışırken orman hafifçe uğuldadı. Ağaçların dallarından yükselen ses, bir davet gibi kulağıma doldu: “Devam et. Hatırlaman gereken daha çok şey var.” Bir adım attım ve sis, yolumu açmak için yavaşça geriye çekildi. Bu kez korkmuyordum çünkü artık biliyordum, burası benim unuttuğum bir hikâyenin başlangıç noktasıydı.
