Yakınımdaki Uzak

Gözlerimi açtığımda tam karşımdaydı. Yıllardır beklediğim, hayalini kurduğum, içimde bir türlü küllenmeyen o özlemin şekil bulmuş hâli… Sanki kader, beni yıllarca aynı karanlık koridorda dolaştırmış ve sonunda tek bir noktaya, bu anın içine sıkıştırmıştı. Ama o an bile, aramızdaki görünmez mesafeyi kırmaya gücüm yetmiyordu. Neden bu kadar uzak olup bu kadar yakındaydı? Neden uzansam dokunacak gibiyken, içimdeki her adım geri çekiliyordu? Tek gayem ona sahip olmak değil aslında; sadece yanımda olduğunu bilmekti. Ama yine de uzak duruyordu. Ya da uzak duran bendim, bilmiyordum.

Sıradan bir günün sabahıydı oysa. Her şey olması gerektiği gibiydi. Hava gri, içim sisliydi. İçimde sönmeyen bir ateş vardı; durmadan tazeleyen, hiç bitmeyen bir yangın… O ateş, yıllar boyunca beni diri tuttuğunu sandığım ama aslında içimi parça parça tüketen bir güçtü. Hırsımın altında kalan kırılgan tarafım, ne zaman onu düşünsem daha da derinlere gömülürdü.

Hasta yatağımda öylece yatıyordum. Elimde kalemim hemşirelerin verdikleri kağıtları karalayarak zaman öldürüyordum. GEçmiyordu zaman bir türlü. İyileşmemem için biri zamanı tutmuştu ve buna karşı sabrım tükeniyordu.Tekrar ve tekrar yanımdaki makinalardan çıkan sesleri duymaktan çok sıkılmıştım. Günde kaç kere sakinleştirici iğne aldığımı hatırlamıyorum bile.Yanıma sürekli psikolog uğruyor, her geldiğinde de başka ilaç yazıp gidiyo sanki diğer doktorumun verdikleri yetmiyormuş gibi. İlaçların tek güzel yanı uyku yapması. böylece yangınım diniyo,düşünmüyorum hiç bişiyi. O gün yine böyle olmuştu.İlaçların etkisinden uyuyakalmıştım.

Uyandığımda saat geç olmuştu.21.37.Yıllar sonra gözgöze gelmiştik.Ordaydı. Tam karşımdaydı. İlaçların yan etkilerinden biri de olmayan varlıkları görmek miydi yoksa gerçekten karşımdaki o muydu?O bakış, yıllardır içimde taşıdığım bütün çığlıkları susturdu.O an hiçbir şey söyleyemedim. Dilim kurumuştu, düşüncelerim odanın duvarlarına çarpıp geri dönüyordu. Kalp atışlarım hızlandı; monitördeki çizgiler bile bu beklenmedik karşılaşmanın şaşkınlığını taşıyordu sanki. Gözlerimi kırptım, yok olmasından korkar gibi. Hâlâ oradaydı. Hâlâ benimdi… ya da benim olmaya cesaret edemediğim gerçekti.

“Sen… gerçekten sen misin?” diye fısıldadım, sesim oda içindeki tüm makinelerden bile daha zayıf çıkmıştı.Bir adım attı bana doğru. Çekinerek, sanki ben bir rüya, o da rüyayı bozmaktan korkan biriymiş gibi. Gözlerindeki o eski gölgeyi tanıdım. Bir zamanlar beni gururla, hırsla büyüten o bakışlar ama içinde bu kez bambaşka bir şey vardı, suçluluğa benzeyen bir acı.“Elimi tutmam gerekirdi.” dedi. Sesindeki titreme, bütün ilaçlara rağmen hissedebildiğim kadar gerçekti. “Sana anlatmam gereken çok şey var.”

Ben sustum. Çünkü konuşursam, boğazımda düğümlenen yılların tüm kırgınlığı dökülürdü. Çünkü onun karşıma böyle çıkması, içimde sakladığım tüm duvarları yıkabilecek kadar güçlüydü.O yatağın yanına oturdu. Elimi tuttu. Dokunuşu, yıllardır içimde büyüyen o yangının merkezine su döker gibi oldu; ama aynı anda küllerimi havalandırdı, acımı tazeledi.“Neden… şimdi?” diyebildim zorla. “Neden bu kadar zaman sonra?”Derin bir nefes aldı. Gözlerini kaçırmadı.“Çünkü seni bu hâlde gördüğümde… kaybedebilirim fikri, yıllardır kaçtığım her şeyden daha güçlü çarptı yüzüme. Uzaktaydım, biliyorum. Ama sensiz geçen o yıllar… düşündüğünden daha ağırdı.”

Sözleri üstüme bir ağırlık gibi çöktü. O an anladım ki, sadece ben değilmişim yangınlarla yaşayan. Belki de onun içindeki ateş benimkinden daha sessiz ama daha yakıcıydı.Gözlerimi tekrar ona çevirdim.Hâlâ oradaydı.Hâlâ tam karşımdaydı.Ve yıllardır ilk kez…Kaçmak istemedim.

(Visited 3 times, 1 visits today)