RENKSİZ ŞEHİRİN SIRRI

Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Etrafımdaki her şey ya siyah ya beyaz ya da griydi. Ne gökyüzünde bir mavilik vardı ne de evimizin duvarlarında bir renk izi. Şaşkınlıkla kendime baktım ve birden fark ettim: Ben hâlâ rengârenktim.

Hemen anneme seslendim ve yanına koştum. O da tıpkı etraf gibi renksizdi ve yüzü mutsuz görünüyordu. Ona sıkıca sarıldım. Sarıldığım anda annemin üzerindeki solgunluk yavaş yavaş kayboldu. Renkler önce hafifçe parladı, sonra tamamen canlandı. Annem yeniden gülümsedi.

El ele tutuşup dışarı çıktık. Fakat dışarıda bizi üzen bir manzara karşıladı. Kuşların sesi yoktu. Hayvanlar oynamıyor, bitkiler kıpırdamıyordu. Sanki tüm şehir derin bir uykuya dalmış gibiydi.

Önce kedilerin ve köpeklerin yanına gittik.
“Kedi kardeş, neden köpeklerle oyun oynamıyorsunuz?” diye sordum.
Kedi yorgun bir sesle “Çok açız ve çok yorulduk.” dedi.

Annemle birlikte onlara yemek getirdik. “Dinlenin.” dedim, “Gücünüz yerine geldiğinde oyunlar yeniden başlayacak.” Gözlerinde küçük bir ışık belirdi.

Sonra bir ağacın yanına gittik. Meyveleri yoktu, dalları cansızdı.
Ağaca “Neden meyve vermiyorsun?” diye sorduk.
Ağaç kederli bir sesle, “Toprak kötüleşti… Bu yüzden meyve veremiyorum.” dedi.

Biz de toprağa yeniden can vermek için çalıştık. Toprağı havalandırdık, suladık, bakım yaptık. Bir süre sonra toprağın kokusu değişti; daha canlı, daha taze oldu. Ve ağaç bir anda titredi, üzerinde minik renkli meyveler belirmeye başladı.

İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler yeniden canlanıyordu. Renkler yavaş yavaş şehre geri dönüyordu.

Gün sonunda annemle el ele tutuşup evimize döndük. Şehir artık renkli, sesli ve umut doluydu. Biz de mutlulukla gülümsedik… Çünkü renklerin geri dönmesini sağlayan şeyin sevgi ve iyilik olduğunu anlamıştık.

(Visited 1 times, 1 visits today)