Ahmet Amcanın Ahşap Oyuncakları

11 ili yıkıp döken, çocukları yetim, öksüz, anne babaları evlatsız bırakan deprem olup biteli 1 yılı geçmişti. 1 yılın geçmesine rağmen şehirde hiçbir şey değişmemiş binalar kırık dökük halde kalmıştı. Ahmet Amca ise hala küçük bir konteynırda kalıyor, gerek olmadıkça çadırının içinden çıkmıyordu. Tüm gününü yalnız başına bir sandalyeye oturup dışarıdaki harabeleri izleyerek geçiriyordu. Bu felakette bir kızını ve iki torununu kaybetmişti. Tek tesellisi ise eşi Fatma Hanım’ın bu acı duruma tanıklık edecek kadar yaşamamış olmasıydı.

Bir sabah kahvaltı için ekmek kuyruğuna girmeye karar verdi. Genelde sadece hayırseverlerin her ay birkaç parça şey doldurduğu dolaptan atıştırırdı. Fakat bugün her zamankinden erken uyanmış ve düşünceleri fazla boğucu gelmişti. Bu nedenle kafasını biraz dağıtmak amacıyla konteynırdan çıkıp yola koyulmuştu. Hemen ekmeğini alıp dönüş yoluna koyuldu.

Düşünmemek için adımlarına odaklanmayı denedi, nefes seslerine odaklanmayı denedi ama nafile. Aklına karanlık düşünceler doluşuyor, kalbini sıkıştırıyor, gözlerinin dolmasına neden oluyordu. Bu acı kalbine ağır geliyordu, adımlarını yavaşlatıyordu. Sonunda yanından geçtiği dükkanların isimlerini okuyup kafasını dağıtmaya karar verdi: Hasan’ın Fırını, Pelin Market, Zehra Terzi… Hatta bir çiçekçi bile özenle hazırladığı buketlerini satmaya devam ediyordu.

Son dükkânın ismini okuduğunda olduğu yerde donup kaldı. Ekmek poşetini eklemleri beyazlaşana kadar sıktı. Kesik kesik nefesler alıp verirken dükkânın tabelasından gözünü ayırmıyordu: Ahmet Amcanın Ahşap Oyuncakları… Yıkık dökük küçük dükkanına bakarken yanağından bir gözyaşı damlasının süzülmesine engel olamadı. Binanın içine girip girmemeyi tartarken zihninde fırtınalar dönüyordu. En sonunda ekmek poşetini yere bırakıp titrek adımlarla kapıdan içeri adımını atmayı başardı.

Her yer tozdan bembeyaz olmuştu, dolapta asılı olan önlüklerinin rengi solmuş, aletleri paslanmıştı. Özene bezene yaptığı ahşap oyuncaklar parçalanmış halde yerlere saçılmıştı… Önü doğru bir adım atmasıyla ayağı tek sağlam kalan oyuncağa çarptı. Ayaklarında tekerlekler olan bir köpek figürüydü. Mahallenin çocuklarının favori oyuncağıydı. Oyuncağın boynuna ip bağlar, arnavut kaldırımlarda sürüklerlerdi. Ahmet oyuncağın tek dokunuşuyla un ufak olmasından korkarcasına nazikçe yerden kaldırdı. Eliyle üzerindeki tozu temizledi. Yüzünde buruk bir gülümsemeyle oyuncak alıp dükkândan çıktı.

Konteynırına dönen yolda önce çiçekçiden küçük bir dal çiçek aldı sonra terziden kısa bir şerit kırmızı ip aldı ve elindeki malzemelerle yolda çocukların gözdesi oyuncağı tamamladı. Ama küçük bir dokunuşla: Köpeğin boynuna takılı mavi bir çiçekle…

Konteynırına vardığında içeri girmedi, bu sefer yan konteynıra ilerledi ve kapıyı çaldı. Kapı açıldığında Ahmet’in gözleri 6 yaşındaki Hasan’ın meraklı bakışlarıyla buluştu. Ahmet’in elindeki oyuncağa gören Hasan’ın gözleri ışıldadı. Ahmet belki 1 yıl sonra ilk defa gülümseyerek Hasan’a oyuncağı uzattı. Minik Hasan heyecanla oyuncağı aldı ve Ahmet Amcasına sarıldı. Ahmet kısa bir an da olsa kalbinin tekrar mutlu bir şekilde attığını hissetti. Umudu yeniden yeşeriyordu.

Sonraki gün yine erkenden uyandı, ama bu sefer o karamsar sandalyesine oturmadı, eski dükkanının yolunu tuttu. Diğer dükkanların yardımıyla oyuncak dükkanını temizleyip topladı ve yıkıntılardan kalan tahta parçalarıyla tekrar oyuncak yapmaya başladı. Bundan birkaç gün sonra sokakta Ahmet amcalarının yaptığı oyuncaklarla oynayan çocukların neşeli kahkahaları işitilirken. Minik Hasan yandaki tabureye oturmuş hayranlıkla onun oyuncak yapan ellerini izliyordu ve hayat kaldığı yerden devam ediyordu…

 

(Visited 4 times, 1 visits today)