Umut, bir sabah uyandığında başının çok ağrıdığını fark etti. Okula gitmeden önce kahvaltısını yapmak için mutfağa gitti. Kafasının içinde annesinin sesleri yankılanıyordu:
“Hadi Umut, bir an önce kahvaltını bitir.”
O sırada baş ağrısının arttığını ve mutfak masasında oturan ablasının iç seslerini duyduğunu fark etti.
Neler oluyordu? Yaşadığı bu durumun anlamı neydi?
İçini bir endişe kaplamıştı. Ablasının zihnini okuyabiliyordu. Ablası o sırada şöyle düşünüyordu:
“Matematik yazılısı var ve ben hiç çalışamadım. Bütün gece telefonda arkadaşlarımla oyun oynadım. Ben sınavda ne yapacağım? Bittim ben…”
Kahvaltılarını bitirdikten sonra birlikte okula gitmek için yola koyuldular. Yol boyunca ablasının ağzını bıçak açmıyordu. Yüzündeki pişmanlık çok belliydi. Umut, ablasına yardımcı olmak istedi; onun aklını okuyabildiğini söyledi ama ablası bu duruma inanmadı.
Umut, gerçekten akıl okuyabildiğini kanıtlamak için ablasından bir kelime düşünmesini istedi. Ablası aklından “kelebek”kelimesini tuttu. Umut kelimeyi doğru söyleyince ablası şok oldu.
Umut ablasını teselli etti ve ona şöyle dedi:
“Elinden geleni yap ama sakın kopya çekme. Bu sana yarar sağlamaz. Böyle bir durum olursa bana söylersin, olur mu?”
Ablası hatasından ders çıkardı ve bir daha böyle bir duruma düşmeyeceğine söz verdi. Okula varınca Umut, en yakın arkadaşı Berk ile sınıfa çıktı.
Okuldaki tüm dersler bitmişti. Umut, ablasının yanına gidip sınav sonucunu sordu. Ablası sınavdan 95 aldığını söyledi. Umut, ablasıyla gurur duymuştu. Eve vardıklarında duş alıp akşam yemeği için mutfağa gittiler. Ablası ailesine matematik sınavından 95 aldığını söyledi. Ailesi onunla gurur duydu ve kutlamak için annesi en sevdikleri pastayı yaptı.
Umut günün sonunda şu dersi çıkardı: Ne olursa olsun bugünün işini yarına bırakmamalıydı. Umut derslerindeki istikrarını korudu, bu kez ablası da onunla gurur duydu.
