Bir zamanlar Gökova Vadisi’nin eteklerinde, yeşillikler içinde kaybolmuş küçük ve huzurlu bir köy vardı ama bu köy oldukça fakirdi. Bu köyde, Mira adında genç bir kız yaşardı. Mira, sıradan biri değildi. Doğayı çok sever, rüzgârla fısıldaşır, ağaçlarla sırdaş olurdu. Hayvanlarla konuşur gibi yaşayan, hayalleriyle gerçek arasında ince bir çizgide yürüyen biriydi. Bu küçük köyün en neşeli ve hayalperest kızıydı. Yalınayak çimenlerde koşar, kelebeklerle yarışır, kuşların dilinden anlardı.
Bir ilkbahar sabahı Mira, her zamanki gibi ormanda yürüyüşe çıktı. Kuş sesleri arasında ilerlerken, bir ağacın gölgesinde altın tüyleri güneş ışığında parlayan yaralı bir tavşan gördü. Zavallı hayvanın ayağı burkulmuştu ve kıpırdayamıyordu. Mira, hiç düşünmeden tavşanı kucağına aldı ve onu evine götürdü. Onun için pamuklardan bir yatak hazırladı, yarasını temizledi, her gün sevgiyle ilgilendi.
Günler sonra tavşan iyileşti ve Mira’nın gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı: “Beni kurtardığın için sana bir dilek hakkı veriyorum. Ne istersen, gerçek olacak.” Mira heyecanla konuşmaya başladı, “Köyümüz bugünden itibaren bolluk içinde yaşasın ve her yer bereket dolsun,” dedi. Tavşan başını eğip göz kırptı ve bir anda altın tozuna dönüşerek kayboldu.
Ertesi sabah köyde olağanüstü şeyler oldu. Tarlalar bir gecede yeşerdi, buğdaylar başak verdi. Ağaçlar meyveyle doldu taştı. Kurumuş dere gürül gürül akmaya başladı. Köylüler sevinç içindeydi. Herkes etrafta koşturmaya, köyün bereketini kutlamaya başladı. Mira da sevinmişti ama içinde bir huzursuzluk vardı. Bu kadar ani bir değişimin bir bedeli olabilir miydi?
Ve öyle de oldu. Bolluk çok uzun sürmedi. Açgözlülük köylüleri sardı. Daha fazlasını istediler. Tarlalar zorlandı, ağaçlar meyve vermeye mecbur bırakıldı. Doğa buna daha fazla dayanamadı. Yağmurlar kesildi, toprak kurudu, ürünler soldu ve dere bile kurudu. Bolluk kabusa dönüştü.Mira kendini başta ne kadar mutlu hissetmiş olsada şimdi kendini köyünün durumu yüzünden suçlu hissediyordu.
Köy eski halinden bile kötü duruma düştü. Mira çok üzülse de yapacak bir şey kalmamıştı. Tavşan bir daha hiç ortalıklarda görünmedi. Mira ise bu olaydan çok büyük bir ders aldı. Artık sabrın ve emeğin, mucizelerden daha güçlü olduğunu biliyordu. Yıllar içinde köy halkı yeniden çalışmayı, emeğin kıymetini öğrenerek toprağı canlandırdı. Mira mucizelere değil, alın terine inandı. O da artık tarlalarda çalışıyor, çocuklara toprakla dost olmayı öğretiyordu.
Bir gün, gökten bir yıldızın düştüğü ve dilekleri gerçekleştirdiği söylentisi yayıldı. Köylüler yine umutlandı. Fakat Mira sadece gülümsedi: “Ben artık yıldızlara dilek dilemem,” dedi sessizce. “Sütten ağzım yandı. Şimdi yoğurdu bile üfleyerek yerim.”.Ve o günden sonra, Mira’nın bu temkinli hikayesi, kuşaktan kuşağa anlatılır oldu. Çünkü her mucize, dikkatle karşılanmazsa bir sınav olabilir.
