Ali ile bir yaz günü Şile Çarşısı’nda yürüyorduk. Karşımıza bir köpek çıktı. Kocamandı ama o kadar zayıftı ki kaburga kemiklerini sayabiliyordunuz. Bezgin bir yüz ifadesiyle, “O kadar açım ki…” dedi.
Ali’ye, “Sen de duydun mu?” diye sordum.
“Neyi?” diye cevap verdi.
“Köpek az önce konuştu!” dedim.
“Aylin, abartma. Sadece uladı. Hayvanların çıkardığı seslerden gereksiz anlamlar çıkarıyorsun,” dedi.
Onu görmezden gelerek en yakındaki marketten köpek maması aldım ve bir deri bir kemik kalmış o zavallı hayvancığa verdim. Eğlenceli bir oyun daha yapmıştım ama tatile giderken almayı unutmuştum. Biz de Kızma Birader’den bile daha sinir bozucu olan bu oyunu bırakıp bulduğumuz ilk plastik topla bahçeye indik.
Bahçeye indiğimizde kötü bir sürprizle karşılaştık. Aynur Teyze, meyvelerini yediğini zannettiği yavru kediyi iterek bahçeden atmaya çalışıyordu. Ama onları kimin yediğini biz biliyorduk: Kendi torunu Ozan yemişti.
Kedi “Ben sadece Azra abladan gelen mamaları yiyorum. Hem kediler meyve yemez ki!” dedi.
Kediyi Aynur teyzenin elinden kurtardım ve onu dikkatlice alt bahçeye indirdim. Azra ile Ali de yavru kedi, kardeşleri ve anne kedi için süt ve yaş mama getirmişlerdi.
Daha sonra üçümüz top oynamak için tekrar bahçeye çıktık. Ali’nin dağlara taşlara attığı bir şutla top, uçmakta olan bir sivrisineği duvara yapıştırdı. Sivrisinek, kapaklandığı yerden “Ama ben sana ne yaptım ki?” diye inledi.
Canım sıkılmaya başlamıştı. Sivrisinek bile bana vicdan azabı çektiriyordu ama benden başka kimse bunları hissetmiyordu. O an anladım ki insanlar bilinçlenmediği sürece, ben hayatımın sonuna kadar bu vicdan azabını çekecektim. Çünkü hayatımızın her yerinde hayvanlarla paylaştığımız doğamıza zarar veriyoruz ve bunu anlayıp hatalarımızdan ders çıkarabilmemiz için hayvanların dile gelmesi gerekiyor.
