Bir Günlüğüne Antik Roma’da

Gözlerimi açtığımda, karşıma çıkan manzara nefesimi kesti. Üzerinde parıldayan güneşin altında uzanan görkemli bir şehir: Antik Roma. Taş yolların arasında toga giymiş insanlar yürüyordu, satıcılar bağırarak zeytin, şarap ve ekmek satıyordu. Bir köşede gladyatörler idman yapıyor, diğer yanda çocuklar küçük tahta arabalarla oyun oynuyordu. Sanki zaman durmuştu.

Beni buraya getiren gizemli zaman kapısından çıkarken üzerimdeki modern kıyafetleri görünce herkes şaşkınlıkla baktı. Bir tüccar, bana eski bir tunik verip “Böyle daha az dikkat çekersin yabancı!” dedi. Teşekkür edip Roma’nın kalbine, Forum Romanum’a doğru yürümeye başladım. Devasa sütunlar, mermer tapınaklar ve senatörlerin yüksek sesli tartışmaları arasında tarihin tam ortasındaydım.

Bir süre sonra askerî eğitim alanında genç bir lejyonerle tanıştım. Adı Marcus’tu. Bana kılıç tutmayı, Roma selamını ve askerî disiplinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. “Bir günlüğüne bile burada olmak cesaret ister,” dedi. Onunla birlikte küçük bir devriye grubuna katıldım. Şehrin sınırlarına kadar yürüdük, köprüleri koruduk, halkla konuştuk. Güneş batarken, Tiber Nehri’nin üzerinde altın gibi yansıyan ışıklar Roma’yı adeta bir rüya kentine dönüştürmüştü.

Akşam olduğunda Marcus beni evine davet etti. Annesi ekmek, peynir ve şarap getirdi. Küçük bir kandilin ışığında Roma hikâyeleri dinledim; savaşlardan, imparatorun adaletinden, halkın umutlarından bahsettiler. O an fark ettim ki binlerce yıl önce bile insanlar bizimle aynı şeyleri istiyordu: barış, dostluk ve umut.

Zaman kapısının yeniden açıldığını hissettiğimde, Marcus’a veda ettim. “Bir gün yine görüşürüz,” dedi gülümseyerek. Işığın içinden geçerken Roma’nın sesleri yavaşça uzaklaştı. Gözlerimi tekrar açtığımda kendi odamdaydım, ama hâlâ üzerimde o taş sokakların sıcaklığı, o insanların samimiyeti vardı.

O gün sadece geçmişe gitmemiştim; insanlığın özünü, değişmeyen ruhunu görmüştüm.

(Visited 8 times, 1 visits today)