Asit Yağmurları

Bir gün gökyüzünden mavi yerine yeşil yağmaya başladı ve her şey değişti.

Yıl 2055, aylardan Şubat. 42 yaşındaydım ve bütün hayatım; çocuklarım, işim ve evimden ibaretti. Hâlâ hatırlıyorum, hayat koşulları çok zordu. Fakat bütün hayatım Şubat’ın 26’sında değişti.

Sabah kalktığımda her şey aynıydı. En azından öyle görünüyordu. Her sabah olduğu gibi alarmımla uyandım ve yatağımın ucundaki su dolu bardaktan bir yudum aldım. Boğazımdaki kuruluğu aldı götürdü ve yerine bir tazelik hissi bıraktı.

Sonra yatağımdan doğrulup beni bekleyen zorlu güne hazırlanmaya çalıştım. Bağıran hemşireler, baş edilmesi zor hastalar… Sonra her şey hızla oldu. Çocuklarımı hazırladım ve arabayla okullarına bıraktım.

Hastanede de olağanüstü bir şey olmadı. Yine aynı gün, aynı hastalar, aynı doktorlar, aynı hemşireler… Ancak bugün dört yeni akciğer hastası vardı. En çok ilgimi çeken iki çocuğu olan bir anneydi. Çocuklarını da yanında getirmişti. Normalde buna izin yoktu çünkü yoğun bakım kliniğine yalnızca hastalar alınabiliyordu. Ziyaretçiler ise seyrek olarak gelip yakınlarını destekleyebiliyordu. Ama anne, evde çocuklarına bakacak başka kimsenin olmadığını söylemişti.

“Lütfen, doktor hanım.” demişti gözlerimin içine bakarak. “Eve para getirmek için çok yoğun çalışıyorum ve çocuklarım benim her şeyim.”

Derin bir nefes aldım.

“Peki, kalabilirler.” dedim sonunda. Bir annenin çocukları için ne kadar çok çaba gösterdiğini biliyor ve anlıyordum.

Hastanedeki işim bitince çantamı topladım ve arkadaşım Sena ile çıkış kapısına yöneldik. Sena, bugünkü hastasını anlatıyordu ve birlikte gülüyorduk. Kapıda hastanenin güvenlik görevlisi Bekir Abi, kimseyi dışarı çıkarmıyordu. Çok şaşırmıştım.

Bekir Abi’ye ne olduğunu sordum ve bana gayet kısa, net bir cevap verdi:

“Duymadın mı kızım? Asit yağmurları başlamış.”

Tabii ki duymuştum. Ama bu uyarıları hiçbir zaman ciddiye almıyordum. Hava durumu sürekli hava kalitesinin tehlikeli derecede kötü olduğunu söylüyordu. Artık kimse bu durumu umursamamaya başlamıştı.

Ta ki bugüne kadar…

Asit yağmurlarının ne kadar tehlikeli olduğunu o gün kendi gözlerimle gördüm. Cam kapının aşınmaya başlayan yerini gözlerimi dikerek izliyordum. Aklımdan tek bir düşünce geçiyordu:

Bora ve Aylin…

Çocuklarımın okulu, bizim hastanemiz kadar korunaklı değildi. Ve onlar o okulun içindeydiler.

Bekir Abi’ye bir kez daha yalvardım:

“Bekir Abi, lütfen! Çocuklarım okulda ve onları almam gerekiyor!”

Ama o, kararlı bir şekilde başını sağa sola salladı. Sabah gelen anne ve çocukları aklıma geldi. Onların beraber olup olmadıklarını kontrol etmem gerektiğini hissettim. Koşarak ikinci kata çıktım ve onları birbirlerine sarılmış hâlde buldum.

Bir anda aklıma telefonum geldi. Hemen cebimden çıkarıp Aylin’in numarasını çevirdim. Uzun süre çaldıktan sonra nihayet açıldı.

“Aylin?” diye telaşla bağırdım.

“Anne!” diye bir çığlık sesi… Ve ardından sessizlik.

Yüreğim parçalandı. Yere çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım.

Her şey sona erdiğinde, çocuklarımın ağır yaralandığını ve neredeyse hayatlarını kaybedeceklerini öğrendim. Asit yağmuru başladığında okuldan dışarı çıktıklarını ve beni aramaya çalışırken zehirlendiklerini de…

 

(Visited 34 times, 1 visits today)