Sabahın erken saatlerinde, güneş ilk ışıklarını Ukrayna’nın Rivne bölgesindeki “Aşk Tüneli”ne vurdu. Burası Klevan şehrine pek yakındı aynı zamanda da, şehri Orzhiv’e bağlıyordu. Etrafı huzurlu bir sessizlik kaplıyordu. Yavaşça aydınlanan bu gizemli doğa harikası, Ukrayna halkı için sevgi ve romantizmin, doğanın tüm saflığıyla yarattığı kutsal bir sembolü haline gelmişti. Yıllar boyunca demiryolu hattını çevreleyen ağaçların ve bitkilerin birbirine sarılarak oluşturduğu bu tünel, doğanın içinden fışkıran bir aşktı resmen.
Kendinden emin ama aynı anda da korkak olabilen adımlarımı atarken yeşilin bin bir tonuyla kaplanmış bu doğal kemer, adeta sonsuz bir koridor hissi uyandırdı. Üzerinden sarkan dallar ve yaprakların ışığı yumuşakça filtrelemesiyle, yürüyüş yolu bir masal diyarıydı resmen. Rüzgârın ağaçlara çarpmasıyla beraber çıkardığı hışırtıyla, kuşların cıvıltıları ahenk içindeydi. Tünel boyunca yürürken, yeşilin bin bir tonuyla kaplanmış bu doğal kemer, adeta sonsuz bir koridor hissi uyandırıyor. Üzerinden sarkan dallar ve yaprakların ışığı yumuşakça filtrelemesiyle, yürüyüş yolu bir masal diyarını andırıyordu. Her tonu barındıra bu mistik yerde, ışık süzülerek doğal bir ışık oyunu yaratıyordu. Bu büyüleyici yerde zaman su gibi akıyordu, kendimi kaydecektim.
Bu olağanüstü tünelden sadece günde üç kere tren geçmekteymiş. Kendini ve sevdiklerinle vakit geçirip, tünelin derinliklerine inerken birbirlerinin de en derin noktalarına dokunabilmek için mükemmel bir fırsat yaratmış resmen. Tünelin ortasına ilerlerken, raylarda yürüyen birçok çiftin önüne geçmiş oldum. Aşk Tüneli’nin huzurunu tadarken aynı zamanda bu büyüleyici atmosferde geçirdikleri zamanın tadını çıkarıyorlardı. El ele tutuşmuş, birbirlerinin varlığını hissederek anın keyfini sürüyorlardı. Çiftlerin mutluluk dolu kıkırdamaları ve gülüşleriyle doluyordu. Demiryolu boyunca arada bir geçen trenin yavaşça yankılanan sesi, buraya ayrı bir dokunuş katıyor ve ortamın mistik havasını bozmaktan çok, ona uyum sağlıyor.
Uçsuz bucaksız gibi görünen bu yolda yavaşça ilerlerken karşıdan bir siluet bana doğru yaklaşıyordu. Çift kalplerle dolu olan bu tünelde o da benim gibi bir başınaydı. Havanın kararmasıyla beraber, akşam güneşi bu gizemli adamın arkasından vuruyordu. Hayatımda ilk defa gördüğüm bu adamın büyüsü altına alınmıştım. Ne için gelmişti acaba? Yaklaştıkça detaylar daha belirgin hale geliyordu. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı, sanki burada benimle karşılaşacağını bilir gibi anlamlı bakıyordu gözleri. Yavaşça ilerlerken, adımlarında tuhaf bir ritim vardı. Ayak sesleri rayların üzerinde yankılanıyor, ama bu sesler çevrenin doğal sessizliğine garip bir uyum sağlıyordu. Bir süre sonra yürümeye devam etti ve tünelin gölgeleri arasında kayboldu. Arkasında hiçbir iz bırakmamış gibi görünüyordu, ama varlığı benim kalbimde derin bir hayranlık bırakmıştı. Bu tünel, kısa bir süreliğine de olsa bizi bir ara getirmek için yaratılmış bir bağ idi. Bu adamın sırrını ve o bakışlarını hayatım boyunca unutamayacaktım.
Bu gizemi de arkamda bırakırken gün batımına yaklaşıyordu. Giderek tünelin atmosferi bambaşka bir hal aldı. Güneş ufuktan batarken, ışığın rengi altın sarısına dönüştü ve ağaçların arasından süzülerek raylara vurdu. Bu manzara, günün en güzel anlarından biriydi. Bir süre daha yürüdüm, birkaç fotoğraf daha çektim ve her bir anı hafızama kazıdım.
Gece çökerken, tünel sakinleşiyor ve sessizlik yeniden hüküm sürüyordu. Ay ışığının altında, tünel bir kez daha bambaşka bir görünüme büründü. Aşkı tatmamızı sağlayan, ancak masallarda olur dediğimiz yerden ayrılırken içimi huzurla beraber özlem dolmaya başladı. Romantizmi iliklerime kadar hissettiğim bu yer, her zaman benim için başlangıç ve aynı zamanda da bir sır olarak kalacaktı.
