Bir sabah uyandığımda kendimi odamda değil, mavi gözlü ve güzel sarı saçlı bir çocuğun evinde buldum. Ev de oldukça eskiydi. Beni ağırlayan bu kibar ailenin maddi durumu pek yerinde değil gibi görünüyordu. Odaya bir süre sonra çok güzel bir kadın girdi. Bana “Rahat yattın mı, Adacığım?” diye sordu. Ben de “Evet, çok rahat yattım teyze.” dedim. Kadın bana iki üç saniye garip garip baktı, sonra yüzünde bir tebessümle “Aaa, ismimi mi unuttun yavrum? Zübeyde Teyze’ye n’oldu?” dedi. Ben de kısık bir sesle “Üzgünüm Zübeyde Teyze.” dedim. Zübeyde Hanım, yerde yatan çocuğa bakarak “Mustafa da bu gece seni karşılamak istedi ama uyanamadı gelişine. “Ada’yı yerde yatırma.” dedi durdu.” demez mi!
İşte o an taşlar yerine oturuyordu. Ben 16 yaşındaydım ama annesinin Mustafa dediği çocuk, 9 yaşındaydı. Demek ki ben, küçük Atatürk’le yaşıt biriydim bu evrende. Hem de arkadaşı! Ne kadar heyecan verici diye düşünürken Mustafa da uyandı. Uykulu ama ciddi gözlerle “Günaydın.” dedi bana. Ben de fark etmeden “Günaydın Atatürk.” demişim. Mustafa bana meraklı bakışlarla bakıyordu. Ben ona, o da bana bakıyordu. Bir süre sessiz kaldık. Sonra, uzun bir sessizlikten sonra “Bana Atatürk denmesinden gurur duyardım.” dedi. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım. “Evet.” dedim “Neden olmasın?”
Zübeyde Hanım, Ali Rıza Bey ve Atatürk (Mustafa) ile kahvaltı yaptıktan sonra dışarıda oynamaya çıktık. Mustafa’nın bir arkadaşı, ona “Ooo, şimdi en yakın arkadaşın geldi, bizimle oynamazsın.” dese de Mustafa hepimizle eşit ilgilendi. Akşama kadar beraber oynadık. Oynarken ilgisini çeken, onda merak uyandıran her şeyi gelip bana söyledi. Bir keresinde gelip “Sence büyüyünce oyunda olduğum kadar iyi bir lider olur muyum?” demişti. “Bence oyundakinden kat kat daha iyi bir lider olacaksın Mustafa. Dünyadaki herkes sana sonsuz saygı duyacak. Zamanla göreceksin.” diye yanıt verdim. Beni çok seviyor, herkese koruduğu soğuk tavrını benimle konuşurken unutuyordu. Her zaman yanımdaydı. Kız olduğum için savaş oyunundan dışlanırken “Ona varoluşu yüzünden ayrımcılık yapamayız.” diye herkesi uyarmıştı. Kendimi ilk defa önemsenmiş hissediyordum.
Akşam yemeğinde, “Ada, sen istersen benim ekmeğimi yiyebilirsin. Çıtır ekmeği severim ama en yakın arkadaşıma ikram etmeye değer.” dedi. İşte o an, Ata’mızın çocukken bile çok karakterli biri olduğunu tekrar hatırladım. Bu düşünceli tavrı nazikçe geri çevirdim. Nasılsa yarın yine odamda, normal hayatımda devam ederken bulacaktım kendimi. Bir günlüğüne geldiğim bu güzel yerde Atatürk’ü aç bırakmanın bir anlamı yoktu.
Gece oldu ve yine yer yatağında yatmayı seçti Mustafa. Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım ikimize de iyi geceler diledikten sonra Mustafa kitabına gömüldü. “Kitap okumayı çok mu seversin?” dedim. Tabii ki onun kitap okumayı çok sevdiğini biliyorum, hatta okuduğu kitabın da Çalıkuşu olduğunu tahmin edebiliyordum. Ama bir de onun ağzından duymak istedim. “Evet. Kitap okumak benim için bir hobiden öte. Her şeyi bıraksam da okumayı bırakmam. Hatta biliyor musun Ada, bu Çalıkuşu kitabı çok güzel. Kaç kere tekrar okudum hatırlamıyorum.” dedi. Gülümseyerek “Bu huyunu asla bırakma Mustafa.” dedim ve ona iyi geceler dileyip uyudum.
Sabah uyandığımda yine normal hayatıma dönmüştüm. Yanımda Atatürk’ü göremeyince çok çok üzüldüm. Hepsinin rüya olduğunu öğrenmek, beni çok daha fazla üzdü. Ama gerçekten Atatürk’le çok yakın arkadaş olmak benim için unutulmaz bir deneyimdi. Annem yanıma gelip “Ada, hadi okula hazırlan, yine geç kalırsan hocana sen hesap verirsin.” diyene kadar rüyanın etkisinden çıkamadım. O rüyayı tekrar görebilmek için neler yapardım, neler…
