O sabah her zamanki gibi alarmın sesine uyandım. Gözlerimi ovuşturarak yatağımdan kalktım ama bir şey farklıydı. Pencere kenarındaki kuşlar bile yoktu. Evin içinde garip bir sessizlik vardı. Annem genelde kahvaltıyı hazırlamış olurdu ama mutfaktan hiç ses gelmiyordu. Koridora çıktım, ışıklar yanmıyordu. Kalbim biraz hızlı atmaya başladı. Korkmuştum, hiç bir şey gerçek değil gibiydi adeta.
O anda ayağımın altında bir şey hissettim, sanki yer titriyordu. “Deprem mi oluyor?” diye bağırdım ama kimse cevap vermedi. Bir anda her şey karardı. Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Etrafımda parlayan renkli ışıklar, havada süzülen taşlar ve gökyüzüne doğru uzanan devasa bir ağaç vardı. Bu nasıl olabilirdi, ben neredeydim.
Etrafıma baktım, her şey rüyadaymışım gibi hissediyordum. Yavaşça yürümeye başladım, bir kuş konuştu! “Korkma, burası düşler ülkesidir.” dedi. Şaşkınlıktan donup kaldım. Kafam karıştı “Ben nasıl geldim buraya?” diye sordum ama kuş sadece gülümsedi.
Biraz yürüdükten sonra büyük bir gölün yanına vardım. Suyun içinde kendi yansımamı gördüm ama ben değildim, gözlerim mavi parlıyordu. O an anladım ki bu yer bana bir şey anlatmak istiyordu. Geri dönmek istedim ama nasıl yapacağımı bilmiyordum.
Sonra kulağımda annemin sesi yankılandı: “Uyan oğlum, okula geç kalacaksın!” haliyle uyanmak istememiştim ama mecburdum. gözlerimi zor olsa da açtım, kendi odamdaydım. Ama hâlâ elimde bir parça mavi ışık vardı
