O sabah yatağımdan kalktığımda her şey aynı gözüküyor, aynı hissettiriyordu. Bugün önemli bir iş görüşmem vardı; hayatımın en önemli günlerinden biriydi. Annem uzun zamandır bunu biliyordu ama sabah neden bana şans dilemek için mesaj atmamıştı? Ben neden onu aramak istemiyordum? Kafamı buna daha fazla takmak istemedim ve gün için hazırlanmaya başlamak üzere yataktan çıkarken yanımda yatan bir figür gördüm. Bu da kimdi böyle? Adamın başucundaki çerçevede, ben beyaz bir gelinlik içindeyken o çok şık bir takım elbisenin içindeydi. Bu adam benim kocam mıydı? Eğer kocamsa, neden onu hatırlamıyorum? Bu özel günümü onunla paylaşma hissim neden yoktu? Saate baktığımda iş görüşmesine geç kaldığımı fark ettim, bu yüzden “kocamı” uyandırmadan yataktan çıktım ve lavaboya doğru yöneldim. Koridordan geçerken duvarlardaki tanıdık insanların fotoğraflarıyla karşılaştım; hepsinde çok mutlu görünüyordum. Bu fotoğraflara anlam veremedim; hepsinde sadece oturuyorduk ama herkesin yüzünde gülümseme vardı. Zamanı boşa harcamadan görüşme için hazırlandım.
Apartmandan dışarı çıktığımda bir kadın bana çarptı ama arkasına bile bakmadan yürümeye devam etti. Sabah gerçekleşen olaylar gibi, bunu da fazla düşünmemeye çalışarak yolun karşısına geçip bir taksi durdurmaya çalıştım. Sabahın bu saatlerinde çoğu taksinin boş olması gerektiği halde, hiçbir taksi beni görmelerine rağmen durmadı. Herhalde herkes bir gecede tüm duygusal hislerini kaybetmişti. Kafamı kaldırdığımda herkes kendi işleriyle ilgileniyordu; bir şey farklı hissediliyordu.
Uzun bir süre geçmeden görüşmenin gerçekleşeceği binaya ulaştım. Binanın girişinde masasında oturan sekreter, içeri girdiğimde yüzüme bile bakmadı. Daha önce patronla görüşmeye geldiğimde başımdan ayrılmamıştı; şimdi ise beni görmezden geliyordu. İlk başta sürekli başımda olmasından rahatsız olduğumu belirtmiştim ama şimdi yaptığı biraz fazla abartılıydı. Kadınla çok muhatap olmadan merdivenlerden yukarı çıkıp patronun odasına doğru ilerledim. Kapıya vardığımda nazik bir şekilde kapıyı tıklattım, ancak kapı arkasından herhangi bir ses gelmedi. Tekrar tıklattım ama yine ses çıkmadı. Daha fazla beklemek istemediğim için kapı kolunu çevirip kapıyı araladım. İçeride patron sessiz ve dalgın bir şekilde duvarı izliyordu. Odasının dışında biri olduğunu haber vermek için boğazımı temizledim; bu hareket ilgisini çekti ve kafasını bana doğru döndürdü ama bir şey demedi. “İçeri girebilir miyim?” dedim, o sadece kafasıyla onayladı. Sanki bir robotla konuşuyordum. İçeri girdim ve adamla konuşmaya çalıştım ama inatla benimle konuşmuyordu. Birkaç dakika odada sessizce bekledik ve patron sonunda konuşmaya başladı. “Neden buradasın?” Duygusuz bir eşya gibi konuşuyordu; robotlar konuşurken bile seslerinde daha fazla duygu var. “1-2 hafta önce sizinle bir iş görüşmesi için buraya gelmiştim ve siz de bana tekrar gelmemi söylemiştiniz. İşte buradayım.” Adam sadece gözlerimin içine baktı ve öyle durduk. Saatler geçtiğine eminim. En sonunda “Tamam, görüşme bu kadardı, eve gidebilirsin” dedi. Hayatımda hiç böyle ruhsuz bir gün geçirmemiştim.
Yine şehrin sakin ve sezgisiz sokaklarından eve dönüyordum. Herkesin bu kadar sessiz olması içimdeki tüm neşeyi alıp götürmüştü. Sanki dünyanın rengi gitmiş, ağaçların canlılığını biri çalmış, kuşların cıvıltılarını bir kavanoza koyup saklamışlardı. Duygusuz bir hayatı düşünürken eve geldiğimi bile fark etmemiştim. Çantamdan anahtarı aldım ve tam anahtar deliğine takarken VR gözlüğümü çıkardım.
“E… Nasıl oldu? Beğendin mi duygusuz dünyayı?” diye sordu festivaldeki görevli. Her şey o kadar gerçek gelmişti ki bir festivalde VR gözlük taktığımın bile farkında değildim. “Çok kötüydü… Sevdiklerimle konuşamamak, herkesin ölü gibi davranması gerçekten içimi kararttı.” Gerçek dünyaya döndüğümde, etrafımda sesler, renkler ve canlılık vardı. Ama o sabah yaşadıklarımın etkisiyle, normal hayatın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım. Şimdi, sevdiğim insanlarla daha fazla vakit geçirmek, duyguları hissetmek ve her anı değerini bilerek yaşamak istiyordum.
