Sabah uyandığımda, odamdaki muhabbet kuşum Maviş neşeyle seslendi:
“Günaydın! Mama taze mi?”
Şaşkınlıkla yerimden fırladım. Gerçekten konuşmuş muydu?
Kapıyı açtığımda sokaktan gelen miyavlamalar da anlam kazanmıştı. Bir kedi, burnunu buruşturarak,
“Şu martı yine çöpleri karıştırmış,” dedi.
Hayretle etrafa baktım. Ne oluyordu böyle?
Merakla parka gittim. Bankta uzanan bir poodle, homurdanır gibi yakındı:
“Keşke teyzem beni daha çok gezdirse.”
Bir ağacın dalındaki karga, bir çocuğun ağaca tekme atışına öfkeyle ciyakladı:
“Yuvalarımıza zarar verecek!”
Yürürken bir hayvan barınağının önünden geçtim. İçeriden yükselen sesler içimi burktu:
“Bizi ne zaman sahiplenecekler?”
“Eski sahibim hep telefondaydı, beni sevmediğini sanırdım.”
Günün sonunda soluğu bir ormanlık alanda aldım. Sessizlik içinde doğayı dinlerken bir geyik kulağıma fısıldadı:
“İnsanlar ormanlarımızı daraltıyor.”
Bir tilki çalılıkların ardından homurdandı:
“Yine çöp bırakmışlar… Ne kadar düşüncesizler.”
O an, hayvanların sözleri ekosistemin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha yüzüme vurdu.
Eve dönerken yorgundum ama içimde derin bir aydınlanma vardı. Hayvanlarla konuşabilmek, dünyayı onların gözünden görmemi sağlamıştı. Ne kadar bilge, ne kadar kırılgan olduklarını anlamıştım.
Pencereye yaklaştığımda Maviş’in sesi duyuldu yeniden:
“Yarın yine konuşabilecek miyiz?”
İçimden fısıldadım:
“Keşke…”
Bu tuhaf ama anlamlı gün, doğaya karşı taşıdığım sorumluluğu bir kez daha hatırlattı bana.
