Bir gün gözümü açıp uyanınca, küçük Atatürk’ü karşımda gördüm.
Bana, “Haydi kalk, birlikte oyun oynayalım mı?” diyordu. Gözlerime inanamadım ama hemen oyuna başladık.
Küçük Atatürk bana değişik bir oyun gösterdi. Oyunun adı “askercilik”ti. Oyun bana çok eğlenceli geldi. Akşama kadar oynamaktan bitiremedik bile! Yani kısacası, saatlerce askercilik oynadık.
En sonunda Zübeyde Hanım yanımıza gelip bizi çağırdı:
“Uyuma vakti geldi,” dedi.
Zübeyde Hanım bizi evine götürdü. Masada hazırlık yapmıştı, bize nefis poğaçalar yapmıştı. Hep birlikte poğaça yedik ve sohbet ettik.
Biraz sonra Atatürk’ün babası, Ali Rıza Efendi, yanımıza geldi. Onunla da uzun uzun konuştuk.
Sonra ben evime döndüm ve uyudum.
Sabah kapı çaldı. Gelen Atatürk’tü.
Atatürk’ü gözyaşlarıyla karşıladım. “Neden ağlıyorsun?” diye sordu.
“Babam öldü…” dedi. Çok üzüldüm. Ona sarıldım ve sohbet etmeye başladık.
Sohbet ederken Atatürk’ün büyüdüğünü fark ettim.
Ben ona güzel bir asker kıyafeti almıştım. O büyüdükçe kıyafeti de onunla birlikte büyüdü.
