Uzun binalar arasında yürürken iğne atsan yere düşmeyecek kalabalık tarafından kaplanmış olan şehir meydanına ulaşmıştım. Hava kasvetliydi ve güneş aydınlık yüzünü göstermiyordu ama şikayetim yoktu. Sıradan bir sonbahar günü mağazalar ve kafelerin ışıkları ortamı aydınlatırken kulaklarıma gelen sesler çoğunlukla kalabalığın işe yetişme telaşından kaynaklanırken araba sesleri de bana yaşadığım şehrin büyüklüğünü hatırlatıyordu.
Denize kıyısı olmamasına rağmen nüfusu yüksek bir şehirdi. Bu kalabalık beni rahatlatıyordu. Sokaklarda yürüyen insanları-şık ve resmi giyiminden dolayı iş insanı olarak varsaydığım- izliyordum dikkatle. Büyük binalarla kaplı ortamın ortasında küçük bir parkta oturmuştum. Önümde hastaneler, kafeler , iş yerleri ve daha birçok farklı işlev için kullanılan bina vardı. Aslında çok garip bir o kadar da sıradan hissettiriyordu insanların tempoya ve telaşa çok dalmış olmaları dolayısıyla benim gördüğüm açıdan görememeleri bu şehri. Şehir merkezinden biraz ileriye doğru gittim şehrin merkezi sayılabilecek her yerinden görünen o kulenin önüne geldim. Mavi camlardan oluşan kulenin ince bir gövde bölümü vardı ve en üst katları yavaş bir hızla dönen bir küreden oluşuyordu. Oldukça uzun bir kuleydi. Biraz daha ilerledim kulenin arkasında bir park vardı belki de bu şehrin en güzel parkıydı bu park. Küçük bir gölet ve türlü türlü ağaçlarla kaplı bir yürüyüş yolu. Doğup büyüdüğüm şehrin en önemli yerlerinden biriydi bu park benim için küçükken annem ve babamla geldiğim onların da benden önce geldiği Botanik Parkı gerçekten büyüleyici atmosferiyle beni sakinleştiriyordu. Her yeri anılarla doluydu bu şehrin. Bir süre parkta kaldıktan sonra sokaklarda gezmeye devam ettim. Çok gezmiş bir insan olarak kendimi en ait hissettiğim yer bu şehirdi. Başkentim her zaman kalbimin tahtının sahibi olmuştu zaten. En olanaklı şehirlerden biri de olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak tam işinde gücünde olan insanların şehriydi diyebilirdim. Herkes bir rutine sadık kalarak sıradan hayatlarına sıradan ama bir o kadar klasik bir güzelliğe sahip olan şehirlerinde devam ediyordu. Benim şehrim klasik bir kitap gibiydi bilinen, alışıldık ve klasik ama aynı zamanda etkileyici, anısal ve telaşlı. Yani yaşanabilecek en iyi şehir.
Hayal ettiğimde, gözlerimde canlandırdığımda yaşamak istediğim hayallerimin şehrini doğup büyüdüğüm şehrim Ankara’dan başka bir şehir veya herhangi bir görsel gelemez benim aklıma. Politika şehri de denebilir başkent de, her ne denirse densin her zaman benim hayallerimin şehri Ankaradır ve bu durum değişemez.
