Beş Güç Taşı

            Meran, yılan oynatma mesaisini daha yeni bitirmişti ve fal mesaisine hazırlanıyordu. Yılan oynatmayı seviyordu, yılanlarla arasında bir bağ olduğunu düşünüyordu. Bir işte iki tane görevi olması ona ne kadar zor gelse de artık alışmıştı. İşine alışmasında en çok yardımcı olan arkadaşı Umay’dı. Umay, 50’li yaşlarda olan, Meran’a işinde yardım eden, ona öğreten ve onu sinsi patronları Loki’nin düzenbazlıklarından koruyan bir kadındı. Meran, 21 yaşında, üniversiteyi yeni bitirmiş bir kızdı. İş ararken para sıkıntısı çekmesin diye fal bakıyor ve yılan oynatıyordu. Patronları Loki’nin açgözlülüğünden dolayı, fal ücretini yirmi, en fazla otuz lira fazla söylüyor artan parayı da kendine alıyordu. Arada sırada bahşiş veren müşterilerde oluyordu tabi.

‘’Bugün fal mesaisi çok sıkıcı geçiyor…’’ diye içinden geçirdi Meran. Fal mesaisi çok sıradan başlamıştı, hem aynı tarzda müşteriler ve aynı tarzda soruları işte… Ta ki kapı işlevini gören perde aralana kadar. Perde aralandığında Meran, ona bakan iki göz gördü. Ardından o iki dehşet dolu gözün sahibinin dağınık saçları da kendilerini belirttiler. Yeni müşterisinin üstünde pijamaya benzer bir kıyafet vardı, saçları taranmamıştı, yüzü yıkanmamıştı. Meran, adamı inceledi. Adam çok gergin, aynı zamanda da korkmuş görünüyordu Meran’ın gözünde. ‘’ Adam sanki hayatı tehlikedeymiş gibi bakıyor bana…’’ diye içinden geçirdi Meran. Adam mindere oturdu ve ne olduğunu anlatmaya başladı, ’Merhaba, benim adım – hayır söylememem gerek. Neyse konuya geçiyorum, yaklaşık bir hafta önce, patronunuz Loki ile yemeğe çıktım, arkadaşlarla bir yemek işte. Kendisinin ne kadar kötü biri olduğunu yeni fark ettim. Gerçi garsonlara ve etrafındaki insanlara karşı tavırlarından anlamam gerekirdi, ama neyse… Bir anda beş güç taşı konusu açıldı. Ben ve arkadaşıma, eğer beş güç taşlarından birine sahip olsaydınız hangisine sahip olmak isterdiniz diye sordu. Ne düşündüğünü biliyorum beş güç taşı hakkında bir fikrinin olmadığını da biliyorum, beş güç taşlarının hepsinin farklı güçleri vardır mesela birisi bilgelik getirirken birisi şans getirir, bir diğeri arkadaşlık getirirken başka bir tanesi ise bereket getirir. Ama bunların en kötüsü ise kötülük taşı. Eğer evrende bir varlık bu taşa sahip olursa tek bir parmak şıklatmasıyla hepimiz yok olabiliriz.  Yani artık ne kadar güçlü olduğunu anlamışsındır. Biz ona aynı soruyu sorduğumuzda o bize az önce bahsettiğim kötülük taşına sahip olmak istediğini söyledi. Ayrıca konumunu bildiğini de söyledi. Eğer bildiği konum doğruysa ve taşı bulabilirse hepimizi yok edebilir!’’

Ben bu gizemli adamın anlattıkları karşısında şoke olmuştum. Bir ara Umay’ın bana bunları anlatmaya çalıştığını hatırlıyorum, ama en sonunda anlatmaktan vazgeçip konuyu değiştirmişti. Adam biraz beni inceledikten sonra kolundaki pahalı duran saate bakıp hiçbir şey demeden çıkmıştı. Günün geri kalanı da genellikle gençlerle geçmişti, bence gençlerin fallara karşı çok ilgili olduğunu söylemesem de olur sonuçta çadırımın önündeki sıraya bakmanız yeter. Eve vardığımda direk yatağıma atladım. Gözümde bir damla uyku olmamasına rağmen, hemen uyumak istiyordum. Tabii gizemli adamın anlattıklarından da korkmuştum. Acaba yarın yine gelir miydi? Acaba anlattıkları doğru muydu? Acaba Loki bu kadar kötü bir insan mıydı? Bütün bu sorular bütün gece beynimde döndü.

Uyandığımda çok yorgundum. Açıkçası canım da pek işe gitmek istemiyordu. Ama merak ediyordum. Acaba aynı adam yine gelir miydi çadırıma? Acaba umudum yeniden yeşermeli miydi yoksa boş boşuna mı umutlanıyordum? Bunu öğrenmenin tek yolu işime gitmekti. Zaten pek başka seçeneğim de yoktu. İşe gittiğimde çadırın başında Loki bekliyordu. Çok korkuyordum. Acaba ne olmuştu? Beni kötü bir planında mı kullanacaktı yoksa? Bir anda Loki sert bir ses tonunda, ’Umay artık yok. Sen de artık hep fal bakacaksın.’’ Dedi ve yüzüme bakmadan gitti. Şok olmuştum.

Öğleden sonra gizemli adam yine gelmişti, ama bu sefer jilet gibiydi. Kumral saçları taranmış, üstünde siyah bir takım elbise, içinde beyaz bir gömlek vardı. Siyah kravatı da ona çok yakışmıştı. Yeşil gözleri parlıyordu. Meran şok üstüne şok yaşıyordu. Adama ‘’Dün dağınıktınız, bakımsızdınız, ama şimdi sanki düğüne gidecek olan bir damat gibisiniz. Bir kusurunuz bile yok’’ dedi. Adam, ‘’Sizi saat beşte bir limuzin almaya gelecek. O limuzine binip Medusa’nın saçı pembe demelisiniz. O zaman sizi bana getirecek.’’ dedi ve gitti.

Saat beş olmuştu. Meran, gelen siyah limuzine binip, ‘’Medusa’nın saçı pembe. ’dedi. Limuzin bir anda hareket etmeye başladı. Meran şoförü göremiyordu. Arabası bile adam gibi gizemliydi. Yaklaşık üç saat sonra arabanın içinden bir ses, ’Geldiniz’ dedi. Meran, arabanın kapısını açtığında sisten dolayı hiçbir şey göremiyordu. Arkasına baktığında limuzin gitmişti! Bir saniye önce orada olan araba artık yoktu. Sisin içinden yavaşça bir ışık belirdi. Karşısında Umay vardı! Meran Umay’ı görünce çok şaşırmıştı. Umay’ı görmeyi hiç beklemiyordu. Meran, aklındaki her şeyi unutup bir anda Umay’a sarıldı, sanki annesine sarılıyormuş gibi. Meran Umay’a başına gelen her şeyi anlattı. Umay hiç şaşırmış görünmüyordu, bir anda gülerek o ‘’gizemli adamın’’ kendi çocuğu olduğunu söyledi. ‘’Niye Umay bana bunlardan hiç bahsetmiyor…’’ diye içinden geçirdi Meran. Umay Meran’a oğlunun onları havalimanında beklediklerini söyledi, ama havalimanına gitmeden önce kılık değiştirmeleri gerektiğini söyledi Umay. Loki onları görmemeliydi. En son Umay havalimanına neden gittiklerini anlatmaya başladı,’’ Loki’den önce kötülük taşını bulup yok etmeliyiz yoksa o bizi yok edecek…’’

Şu an uçaktayız. Biliyorum her şey çok ani yaşandı, ama görevliler kimliklerimizi bile istemediler. Sanki yaptığımız görevi biliyorlar. Umay’ın oğlu Sancus’un dediğini göre kötülük taşı Las Vegas’ta, bir meyve ağacının meyvesinin çekirdeğinin içindeymiş. Loki’de az önce başka bir uçak ile Las Vegas’ta gitmeye başlamış. Uçak indiği anda şehir merkezinden oldukça uzakta olan ağacı bulup tek tek meyvelerin içine bakmamız gerekecek. En iyisi ben biraz uyuyacağım. Ben uykuluyken taşı bırakın, masamın üstündeki kalemi bile göremem.

Uyandığımda uçak iniyordu. Uçak iner inmez bir taksiye binip ağacın olduğu bölgeye gitti. Ağaç tam karşımızdaydı. Dimdik duran bir ağaç. Ama hayatımda ilk defa böyle bir ağaç görüyordum. Meyveleri simsiyahtı tıpkı kötülük taşı gibi. Umudumuz yavaş yavaş yeniden yeşeriyordu. Üçümüz teker teker yanımızda götürdüğümüz bıçakları alıp meyveleri açmaya başladık. Beş dakika geçti, yarım saat geçti, bir saat, iki saat geçti. Sonunda Sancus ‘’BULDUM!’’ diye bağırdı. Ona doğru koşarken yere attığımız meyvelere takıldım. Beyaz bir ışık gördüm. Uyandığımda yatağımdaydım. Evimde yatağımda. Telefonuma baktım, Umay’dan on mesaj. En sonunda bütün bu korkulu maceranın sadece basit bir rüya olduğunu öğrendim. Sonra yatağıma kendimi atıp rüyamın devamının gelmesini dileyerek uykuya daldım…

(Visited 2 times, 1 visits today)